Tuesday, June 7, 2016

Mahir Arpaçay mezarı başında anıldı

Mahir ARPAÇAY, Ortadoğu halklarıyla dayanışmak ve Türkiye devrim mücadelesini zafere taşımak için gittiği Rojava’da 03 Haziran 2015 günü işbirlikçi ve katil IŞİD çeteleri ile girilen bir çatışmada yaşamını yitirdi.



Mahir Arpaçay, ölümünün 1. yıl dönümünde ailesi, dostları ve yoldaşları tarafından önce yaşadığı büyüdüğü semtte Halkalı’da saat 16.00’Da Zeynebiye Camii’de anıldı. Daha sonra saat 17.00’da Başakşehir’e bağlı Kayabaşı mezarlığında anma töreni gerçekleştirildi. Anmaya Mahir Arpaçay’ın ailesi ve yoldaşları dışında Alper Çakas’ın ailesi, Suphi Nejat Ağırnaslı’nın ailesi ve Aziz Güler’in ailesi de katıldı.
Enternasyonalist Devrimci Mahir Arpaçay için yapılan anmada Devrimci Parti Genel Başkanı Ufuk Göllü, Mahir Arpaçay’ın babası Necef Arpaçay, Aziz Güler’in annesi Elif Güler, Suphi Nejat Ağırnaslı’nın annesi Nuran Ağırnaslı, HDP milletvekili Erdal Ataş, Alper Çakas’ın babası konuşma yaptı.
Ufuk Göllü Konuşmasında:”Bir yıl önce Mahir Arpaçay şehit olduğunda burada konuşma yaparken söz vermiştik. Demiştik ki seni katleden mermileri gönderenlerden hesap soracağız, Azizleri, Bedreddinleri öldüren mayınları gönderenlerden hesap soracağız. Biz bu sözümüzü tuttuk yoldaşlar. Mahir olduk Bereddin olduk. Bütün yoldaşlarımız özgürlük savaşçıları bulundukları her alanda bu hesabı sordular. Yalnız sözle değil icraatımızla, devrimci eylemliliğimizle bu mücadeleyi yükselttik. Bugün Mahir Arpaçay’ın yoldaşları, BÖG savaşçıları Menbic’e yürürken mahir Arpaçay taburu kurdu. Bu neyi gösteriyor? Bir Mahir gider bin Mahir gelir! Biz burada AKP-IŞİD faşizmine Diz Çökmeyeceğiz dedik. Partimize yapılan operasyonlarda Mahir Arpaçay’ın resmi, Bedreddin Akdeniz’in resmi Aziz Güler’in resmi delil oldu. Biz buradan bir kez daha haykırmak istiyoruz. Bedreddin Akdeniz’i, Mahir Arpaçay’ı, Aziz Güler’i ve Rojava’da ölen bütün Türkiyeli devrimcileri ısrarla anmaya devam edeceğiz anmaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Anacağız, sahipleneceğiz!” dedi.
Mahir Arpaçay’ın babası Necef Arpaçay konuşmasını “Dünya’da, Türkiye’de, Kürdistan’da, Filistin’de şehit düşen yoldaşların acısını Mahir Arpaçay’ın acısı kadar yaşıyorum. Hepiniz hoş geldiniz yoldaşlar, sizleri devrimci inancımla kucaklıyorum.” şeklinde bitirdi.
HDP milletvekili Erdal Ataş: “Bizler kendimize güvenmeliyiz Mahir’in yoldaşları olarak. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya, Mazlum Doğanların ardılları olarak bu ülkede eşiklik özgürlük adalet uğruna sosyalizm uğruna mücadele yürüten kendimize güvenerek yoldaşlarımızın bıraktığı bayrağı devralarak yürütmemiz gerekiyor.”
Alper Çakas’ın babası yaptığı konuşmada: “Mahirim olsun, Alperim olsun benim için de babası için de ölmedi yaşıyor sonsuza kadar kalbimizde yüreğimizde. Onların açtığı bu yol hepimize ışık olacak. Bir gün Mahir’in Babasıyla beraber onların şehit düştüğü yerde bir araya geleceğiz onları göreceğiz.” dedi.

kaynak UmutGazetesi http://umutgazetesi2.org/mahir-arpacay-mezari-basinda-anildi-2/

Thursday, June 2, 2016

Selahattin Demirtaş 5 Haziran'da Pazar Günü İstanbul'da

Halkların Demokratik Partisi (HDP), "Demokratik Siyaset Buluşmaları" kapsamında Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş ve HDK Eşsözcüsü Gülistan Kılıç Koçyiğit'in katılımlarıyla 5 Haziran 2016 Pazar günü Bakırköy Halk Pazarında miting düzenliyor.


Aziz Güler'in tiyatrocu ağabeyi: Oynadığımız şeyler onun anlatmak istedikleri

Aziz Güler'in tiyatrocu ağabeyi: Oynadığımız şeyler onun anlatmak istedikleri




Ersin Umut Güler, Suriye’nin kuzeyinde Rojava (Batı) olarak adlandırılan ve Kürtlerin yoğunlukta olduğu bölgede IŞİD’e karşı savaşırken hayatını kaybeden Aziz Güler’in ağabeyi. Kardeşi Aziz’in cenazesinin Türkiye’ye getirilmesi sürecinde adını çok duyduğumuz Ersin Umut Güler Yolcu Tiyatro’nun deneyimli bir oyuncusu.

Ersin Umut Güler ile tiyatroyla ilişkisini, ilk yönetmenlik deneyimini, kullandıkları teknolojiyi ve başrollerinde yer aldığı “Misafir” filmini konuştuk.

Perdeye taşıdığı Nuri karakterine ilişkin yaptığı yolculukta “Türkiye’de Mevcut Bulunan Baba” figürüne dikkat çeken Güler, tiyatroda seyircinin rol ile empati kurması gerektiğini vurguluyor. Oynamak ve yönetmek istediği pek çok oyun olduğundan söz eden oyuncu, küçük kardeşim dediği Aziz Güler’in, kendisinin yaptığı her işin bir parçası olduğunu belirtiyor.

İstanbul’un baharı karşıladığı şu günlerde Beşiktaş’ta bir araya geldik ve “çay iyidir, güzeldir” diyerek sohbete başladık. Kimi sorular birbirini kovaladı kimi cevaplar ağırlığı ile masada kaldı. O meşhur Ahmet Kaya şarkısı gibi, bir yanımız yaprak dökerken bir yanımız bahar bahçe söyleştik.

***

Tiyatro ve oyunculuk ile olan ilişkiniz nasıl başladı?

2001’de İstanbul Üniversitesi’nde amatör olarak başladım. 2004’ün başından itibaren de profesyonel olarak yapıyorum. 15 yıl olmuş. Oyunculuğa merak salma hikayemin temel motivasyonu sinemaydı, 17 yaşlarındaydım, oyunculuk ne kadar eğlenceli diyordum. Kardeşimle (Aziz Güler) beraber bazı filmlerin sahnelerini taklit ederdik. Bazen reklamları taklit eder, oynardık. “Oyuncu olmak istiyorum” durumuna karar verirken evin içinde Aziz ile kendi çapımızda yaptığımız oyunlar aklımdaydı. Bireysel ve toplumsal olarak hissettiklerimi nasıl aktaracağım noktasında sinema ve tiyatro çok değerli.

İlk yönetmenlik deneyiminiz nasıldı?

İlginçti. Benim ilk yönetmenlik denemem, tiyatronun ilk oyunuydu ve para yoktu. Banka kredisi çekerek, taksitlendirme yaparak... Salonumuz yok, hiç izlemediğim yepyeni bir teknolojiyle iş yapmaya çalışıyorum.

Son Metroyla Taksim’de kiraladığımız dans stüdyosuna gidip prova yapıyorduk, sabah 7’deki metroyla evlerimize dönüyorduk. İlk yönetmenlik hikayesinde aklıma gelen hep şunlar, elimize iğne alıp dikiş dikiyoruz, bir yandan bilet sözleşmesi imzalıyoruz, bir taraftan sahne çalışıyoruz.

Yani bir çocuk anne karnından çıktı ve seyirci karşısında yer aldı. Ben o anne karnındaki süreçle çok ilgileniyorum. Böyle gösterişli görünen bir şeyin arkasında yokluk ve emek durumu var.

“PERDEDEKİ OYUNCU SAHNEDEKİ OYUNCU İLE BULUŞTU”

Tiyatro’da 3D, animasyon ve teknoloji kullananlardan olarak Yolcu Tiyatro, “Kapıların Dışında” oyunu için bunu nasıl tasarladı.

Bu yeni bir şey değil aslında 40’larda da var. Biz biraz bulunduğumuz çağın teknolojisini kullanarak oyunun avangart ve fantastik öğelerini öne çıkaracak şekilde yaptık. Biz oyunun bir parçası olarak yaptık, yani oyunun belli yerlerinde kullanılan bir araç değil. Dekor da olabiliyor, gerçeküstü karakterlerde mesela Elbe nehri konuşuyor, Tanrı konuşuyor. Oyunu kurarken sahnedeki oyuncu perdedeki oyuncu ile konuşmaya başladı. Bizi burada ayıran en önemli özelliklerden biri görüntü ve sahne arasında interaktif bir bağlantı kurulması.

“SEYİRCİ ROL İLE EMPATİ KURSUN TAVIR ALSIN”

Sahnede bir şeylerin görünür olması üzerine sürdürdüğün çabanda seyirciye neyin geçmesini istiyorsun?

Empati kurmasını isterim seyircinin. Role karşı bir tavır alsınlar. Bu rol bir aile babası da olabilir, bir diktatör de olabilir, katil de olabilir. Misafir filmindeki gibi Nuri de olabilir. Tavır alma hikayesi de olumlu – olumsuz olabilir.

Tiyatroyu evin gibi mi görüyorsun?

Rahat ettiğin alan neresiyse orası aslında, bu ev olmayabilir, en rahat ettiğin yer çimenler ise tiyatro orası, evinin balkonu ise tiyatro orası.

“ÇOCUĞUYLA GERÇEK BİR İLİŞKİ KURAMAYAN İNSANLARIN ÜLKESİ”

Kısa süre önce vizyona giren Misafir filminde başrolde Nuri olarak karşımızdasınız. Nuri ile nasıl ilişki kurdunuz?

Nuri’nin aile içi cinsel istismardan haberi yok ve hikayenin kırılma noktalarından biri bu. Diğer karakterler gibi tutunamayanlardan birisi. Bir kapı var ve Nuri oranın eşiğinden bir türlü dışarı çıkamıyor. Anne hasta, ölmek üzere, acayip bir baba figürü başında. Kuş besleme hikayesi ne kadar klişe gibi olsa da bizim filmi çektiğimiz mahallede onlarca kuş kafesi vardı. Armutlu gibi küçük bir mahallede bile onlarca kuş beslenen yerler vardı. O mahallelerin gerçeği bu.

Bunu bu şekilde çözümlerken rol ile ilişki kurmak için yaptığın pratik bir şey var mı? Bu gidip doğrudan izleyebileceğin bir karakter değil.

Direk dokunabileceğim çevremde böyle bir hikaye yoktu. Kendi aile ilişkim üzerinden de yola çıkarak baba meselesini çokça sorgulayarak aile olma meselesini de sorgulayarak (küçük şirket gibi orası zaten aile dediğin kurum, sistemin en küçük şirketi sanki) bir yolculuk yaptım. Nuri’nin en net ilişkisi babasıyla olan ilişkisi ben de en çok bunu sorguladım. Burası çocuğuyla gerçek bir ilişki kuramayan insanların ülkesi.

“KARANLIĞIN ÖTESİNDEN GELEN SESLER TURNEYE ÇIKIYOR”

Takviminizde neler var, sizi nerelerde izleyebiliriz?

Ekim ayında Roko’nun Doğum Günü’nü sahneleyeceğiz. Kapıların Dışında’yı İstanbul’da gişe açarak oynamayacağız. Festivaller ile devam edecek, davet edildiği şehirlere ve yurtdışı turnesine gidecek. ‘Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler’ ise doğu turnesi ile devam edecek. 9 Temmuz’da Bingöl Yayladere’de, 11 Temmuz’da ise Dersim Ovacık’ta oynayacağız.

Sinema için de geçen haftalarda yaptığımız bir görüşme var. Dersim’de çekilecek bir hikaye, o da benim için çok karmaşık bir şey. Anlattığı hikaye biraz Rojava’ya da değinen, mücadele eden insanların hikayesi.

‘KÜÇÜK KARDEŞİN DERİNİNE İNME ÇABASI’

Bu seni ruhsal olarak düşündürüyor mu?

Bu, bildiğim, anladığım, anladığımı düşündüğüm bir şeydi hala da öyle ama Aziz üzerinden çok fazla düşünmek durumunda olduğum bir mesele. Arkadaşlarımı kaybetmekten dolayı benzer acılar yaşamıştım. Şimdi bir insanı anlama durumu. Biliyorum, nasıl biri olduğunu, cesaretli olduğunu eğlenmeyi ne kadar sevdiğini de biliyorum, içmekten de, maç yapmaktan da keyif aldığını. Hepsini geçtim en az 15 sene aynı odada yatıp kalktığım birini anlamaya çalışıyorum. Yani en az 15 sene nefesiyle uyandığım bir küçük kardeşin derinine inme çabası. Bu şekilde derinleşebileceğim bir hikaye anlattılar bana, bir ihtimal yeni bir sinema filmi projesi olarak çalışacağız. Bu da heyecanlandırıyor.

“UMUT HAYATTA NE YAPACAKSA AZİZİYLE YAPACAK”

Küçük kardeşinizin yaptığınız işe şekil verdiğini, yönlendirdiğini düşünüyor musunuz veya bunu çözümleyebiliyor musunuz?

Onun benim hayatımdaki yerinin ne kadar büyük olduğunu biliyordum ama şu an kocaman bir boşluk var. Bizim oynadığımız şeyler onun anlatmak istedikleriydi. Bundan sonra yapacağım her işin bir parçası olacaktır. Yani Umut bu hayatta ne yapacaksa, bir sinema filminde bir cümlesi varsa da Aziz’in yokluğu ve varlığı ile olacak. Bu istemekle alakalı değil başka bir seçenek yok, hayat böyle artık. Onun inatçılığıyla, sevecenliğiyle, güler yüzüyle, mutluluğuyla, eğlencesiyle ne yapıyorsam birlikte yapacağız.

YPG'ye 38 Genç Savaşçı Daha

Efrin Kantonunda 38 genç daha temel eğitimlerini tamamlayarak mezun oldu.

Efrin’in Şiyê ilçesinde 38 genç Şehit Xebat Askeri Akademisi bünyesinde açılan Şehit Hozan Roni eğitim devresinden mezun olarak YPG saflarına katıldı.

15 günlük süren devrede hazırlanan programa göre eğitimlerden Kürdistan tarihi, Orta Doğu tarihi, Özerklik yönetim, Demokratik Ulus, Özel Savaş, Öz Savunma ve Kadın tarihi askeri ve ideolojik derler gördü.

Devre sonunda savaşçılar sözlerini vererek YPG saflarına katıldılar.

Özgürlük savaşçısı Hozan Roni 7 Haziran 2015’te Kobani direnişinde DAIŞ çetelerine karşı görkemli bir direniş sergileyerek şehadet kervanına katıldı.




kaynak Kurdnews http://www.kurdnewshaber.net/38-genc-daha-ypg-saflarina-katildi/

Wednesday, June 1, 2016

Fehim Taştekin: Rakka’yı kurtarmak Rojava’yı güvenceye almaktır

Evrensel Gazetesine konuşan Fehim Taştekin,Rakka operasyonu ve bölgedeki diğer gelişmeleri değerlendirdi

Rojava’da ki gelişmeleri ve Rakka operasyonunu değerlendiren Fehim Taştekin Evrensel Gazetesine konuştu.Röportajın tamamı;

Rakka operasyonu başladı ve genişleyerek devam ediyor…

Rakka operasyonunun uzun bir geçmişi var. ABD bu işe girdiğinden beri Rakka’yı konuşuyorlar, tartışıyorlar. Bunun için özellikle Kürtlerin liderliğinde Suriye Demokratik Güçleri’ni oluşturdular. Sadece Rakka değil, Arap yoğunluklu bölgelere yönelik operasyonlarda böylesi bir çatı örgütü hem ABD operasyonlarını kolaylaştıracaktı hem de sahada IŞİD ya da başka örgütlerden temizlenen bölgelerin yönetimini üstlenecek bir altyapı oluşturacaktı. Kürtlerin, Kürt nüfusunun olmadığı ya da az olduğu yerlerde düzen kurmaya yardımcı olmaları isteniyordu ancak kalıcı olarak bu bölgeleri kontrol etmeleri çok tercih edilen bir şey değil. ABD de, Kürtler de bunu istemiyor. O yüzden daha geniş çerçevede Rakka’yı da kapsayan operasyon için yine Kürtlerin önderliğinde ama Arap ve Türkmen katkısının yüksek olduğu bir formül üzerinde çalıştılar. Rakka’ya yönelik operasyon bu şemsiyeyle yapılıyor ancak direkt Rakka’nın merkezine yönelik bir saldırı söz konusu değil, Ayn İsa’nın güneyinde 10 km’lik şeritte bu operasyonu yapıyorlar. Daha sonra Rakka’ya giden yolu bir şekilde temizleyecekler. Ayrıca Tel Abyad, Haseke ve Kobanê’ye yönelen saldırıların da bir şekilde önünü almış olacaklar. Bundan sonra ise muhtemelen Kürtlerin “Şehba” dedikleri bölgeye yönelik planlamalar yeniden öne alınacak. Daha önceden Kürtler açısından Cerablus, Menbic’i kurtarmak öncelikliydi, hala öyle ama Türkiye’nin itirazları yüzünden o plan ertelendi ve ABD yeniden Rakka’ya ağırlık verdi. Ama Rakka’yı almak o kadar kolay değil, olmayacak. Belki bunun için Ruslarla ve Suriye ordusuyla işbirliği gerekebilir, ve Rakka’yı aldıktan sonra da Rakka’yı yönetmek, düzen kurmak kolay olmayacak çünkü orası çok fazlasıyla karıştı, birçok insan orayı terk etti. Yeniden yapılanma çok uzun sürebilir. O yüzden Rakka zaferi için daha beklemek gerekecek.

Kürtlerin operasyondan beklenti ve hedeflerini biraz daha açar mısınız?

Kürtler, özelikle Efrin’e doğru güvenli geçiş elde etmek istiyorlar. Bunu Türkiye’de “Kürt koridoru” diye lanse ediyorlar ama tarihsel olarak da burası her zaman kopuktu. O yüzden Türkiye’nin korktuğu ya da dillendirdiği gibi bir “Kürt koridoru” oluşması kolay değil. Kürtlerin dillendirdiği ise Efrin’e insani, silah vs. yardımının sağlandığı bir geçiş şeridi oluşturmak. Bunun için Cerablus, Menbic ve el Bab’ın temizlenmesi gerekiyor. Kürtler açısından bu da yeterli değil. Efrin’i çevreleyen kuşak IŞİD’in değil, Türkiye’nin desteklediği grupların elinde. Kürtlerin kafasında daha bütüncül olarak Fırat’ın batısını Efrin’e kadar kurtarmak var. ABD, Türkiye’nin kaygılarını dikkate aldığında buna pek sıcak bakmadı. Hatırlarsın, Menbic operasyonu başlamak üzereydi ve durduruldu. Fırat’ın batısına geçti Kürtler. Menbic’in kırsalında belirli yerleri de ele geçirdiler ama Menbic’e yaklaştıkları zaman ABD durdurdu. Türkiye yüzünden yaptı bunu. Rakka’nın kuzeyindeki operasyon bittiğinde anladığım kadarıyla Menbic’e yönelecekler, belki el Bab’a kadar gelecekler. El Bab’ın içine yönelik bir operasyona şimdilik ABD bir katkı sunmayabilir ve gelişmelere göre ABD, Kürtlere göz de yumabilir. Yani bundan kastım bir izin, talimat ilişkisi değil. ABD, işbirliği yaparken de koordinasyon sağlıyor ve o koordinasyon tarafları bağlıyor bir şekilde. “Birlikte hareket edeceksek, kararları birlikte vereceğiz” gibi bir ilişki var. Ama Türkiye’nin mevcut politikaları değişmezse ABD Kürtlere “Ben havadan katkı sunmam ama kendiniz yapabiliyorsanız yapın” da diyebilir.

‘Kürtlerin Rakka ile ne alakası var. YPG, ABD’nin piyonluğunu yapıyor’ şeklinde de bir tartışma var… Siz bu yorumlar için ne söylersiniz?

Böyle bir ilişki yok şu anda. “Kürtler, ABD’nin piyonu” denilemez. Kürtler sahanın aktörü ve kendilerini dayatıyorlar. Eğer Kürtlerin eli bu kadar sağlam olmasaydı ABD’nin başka taleplerini hemen kabul etmeleri gerekirdi. ABD yönetimi, “Ben yardım ediyorsam sen de şunlara dikkat et” diyor ve Kürtler bunu şimdilik dikkate alıyorlar ancak Kürtler kendi planlarını da yürütüyor. Bu da Kürtleri piyon olmaktan çıkarır. Rakka ve çevresini IŞİD’den kurtarmak Rojava’yı güvence altına almak demektir. Çünkü Fırat hattında IŞİD olduğu sürece Rojava’ya saldırılar devam edecektir. O yüzden Kürtler, Rojava’yı tehlikeye atmadan IŞİD’i olabildiğince uzak yerlerde de yenilgiye uğratmak istiyor. ABD de şu an Kürtlerden bunu talep ediyor ama Kürtler, ABD istediği için değil kendi çıkarları için yapıyorlar ve yapacaklar. Ayrıca düne kadar “Kürtler, rejimin piyonu” deniliyordu. Şimdi de birdenbire ABD’nin piyonu oluverdiler. Rusya ile görüşüyor Rusya’nın piyonu deniyor. Her ülke nasıl başka ülkelerle ilişki geliştiriyorsa, saha hakimiyeti olan, kurumsal yapılar inşa etmiş bu örgütler de elbette çelişkili, çok boyutlu ilişkiler geliştirebilir, geliştiriyorlar da. Ortadoğu’da ilişkiler o kadar çelişkili ki düz mantıkla bunları anlamak mümkün değil. Çelişkili ilişkiler savaşların doğasında vardır, o yüzden de “İşbirliği yaptılar o zaman Kürtler piyon” diyemeyiz. Böyle bir ilişkiye evrilir mi, risk var mı? Elbette var. Kürtlerin kendilerinin tayin ettikleri bir stratejileri var, “kendi bölgemizi koruyacağız” diyorlar. Yarın bu konsepti değiştirirler de “Şam’da iktidarı devirmek için yürümeliyiz” yoluna girerlerse “Kürtler, ABD tarafından kullanılıyor mu?” sorusu meşru hale gelir, ama şu an yaptıkları iş doğrudan kendi kentlerini korumaya yönelik hamleler. ABD de, Ruslar da yardım ediyor. Fransa da, Türkiye de yardım ederse kabul ederiz diyorlar, ki Türkiye’den yardım istediler zaten. Şimdi Türkiye, PYD’nin çağrısına uyup YPG’ye silah verseydi Kürtler, Türkiye’nin mi piyonu olacaktı?

‘TÜRKİYE FARKLI DAVRANSAYDI, IŞİD BUGÜN SINIRIMIZDA OLMAYACAKTI’

Türkiye, Rakka operasyonunun neresinde?

Türkiye, Suriye sahnesinde, ancak obüs toplarının erişebildiği yere kadar “ben bu alana karışırım” diyebiliyor. Onun ötesine geçen operasyonlara zaten karışamıyor. Haliyle Rakka operasyonuna karışamaz. ABD’nin istediği desteği vermeyecek, onu biliyoruz. ABD daha fazla katkı istiyor ancak Türkiye katkısını sınırlamış durumda. Katkısını “İncirlik üssünü açtık, operasyonlarda kullanılıyor” ile sınırladı. Türkiye’nin iki derdi var: birincisi, Suriye ordusu, Türkiye sınırlarına bir daha yaklaşmasın ve bu bölgede hakimiyet kurmasın. Rejimi devirme hikayesi bitti artık, ona kendileri de inanmıyor, söylemiyorlar da. Ama oyunu uzatma derdindeler, barış-ateşkes olsun, istikrar gelsin gibi bir dertleri yok. Mültecileri kart olarak kullanıyorlar, o bölgenin de ikinci bir “Talibanistana” dönmesine hizmet edecek seçenekleri ısrarla sürdürüyorlar. İkincisi, “Aman Kürtler kesinlikle Cerablus bölgesine gelmesin, yaklaşmasın.” PYD liderliğindeki Kürtlerin kontrol ettikleri alanı genişletmesini, bu alanlarda oyun kurucu olmasını istemiyorlar, bütün dertleri bu. Bunun neticesinde de “Kürtler, Fırat’ın batısına geçemezler” şeklinde bir kırmızı çizgi deklare edildi. Hiçbir hukuki değeri ve geçerliliği olmayan bir deklarasyon. Uluslararası alanda karşılığı olan bir şey değil ancak bu politika IŞİD ile mücadeleyi yavaşlatan, gerileten bir sonuç doğurdu. Türkiye, Kürtlerle ilgili saçma sapan hassasiyetler geliştirmeseydi IŞİD bugün sınır hatlarımızda olmayacaktı. Türkiye kendisini bir şekilde IŞİD’e dolaylı olarak koruyuculuk sunan bir pozisyona sokmuş oldu. Rakka’ya dönecek olursak Türkiye herhangi bir askeri katkı sunmayacak. Türkiye, “Suriye Demokratik Güçleri, Kürtlerden ayrı organizasyon haline gelsin, Kürtler burada olmasın” diyor ama Kürtlersiz Suriye Demokratik Güçleri olabilir mi? İşin omurgası, organizatör gücü, cephe hattında asıl işi çeviren Kürtler. Türkiye yine olmayacak bir şeyi dayatıyor ve ABD de bunu görüyor. Kürtler çekilirse o yapı içerisinden ABD’nin daha önce deneyip, başarı elde edemediği “eğit-donat” çalışmasının bir benzeriyle karşı karşıya kalınacak. Bunlar daha seküler, cihatçılık boyutları olan gruplar değil fakat saha güçleri, deneyimleri yok. Kürtler ise savaşıyorlar ve deneyimleri var. Bu tecrübe Kürtlere büyük bir üstünlük sağladı. ABD’nin şu an gündeminde IŞİD’i temizleyerek uluslararası alanda kendi kredisini kurtarmak var. Elindeki malzemeyle bunu yapamayacağını biliyoruz, o yüzden Kürtlere fazlasıyla kredi açma gereği duyuyor.

Suriye rejiminin de Rakka’yı IŞİD’den kurtarmak istediğini biliyoruz. QSD’nin Rakka operasyonu Kürtler ile rejim arasındaki ilişkiyi nasıl etkileyecek?

Rakka’yı almak herkesin hedefi. Rejim de bir an önce Rakka’yı almak istiyor. Çünkü Rakka’yı Kürtler aldığı zaman Kürtlerin hakimiyet alanı Araplarla birlikte genişlemiş olacak ve bu rejim açısından da bir sorun. Bu, pazarlık konusuna dönüşecek, o yüzden Suriye ordusu Rusya’nın desteğiyle el Bab’ı, Rakka’yı almak istiyor ama Halep civarında çok büyük bir dirençle karşılaştılar ve bu direnci kıramadılar. Zaten o direnç kırılırsa hikaye çok hızlı şekilde değişecektir. O bölgede Suriye ordusunun ilerlemesini engelleyebilmek için Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan çok güçlü seferberlik içerisine girdi, geçtiğimiz aylarda cihatçı gruplar büyük saldırılar gerçekleştirdiler. Rusya’nın da çağrısı var “Rakka operasyonunu birlikte koordine edelim” şeklinde. Henüz Rakka’nın kuzeyinde bir alanda oluyor operasyonlar, şehir merkezine yönelik operasyonda Rusya’nın istediği şekilde bir işbirliği gelişirse durum değişir o zaman. Suriye ordusunun da kontrolü söz konusu olacaktır.

ABD bu duruma yanaşır mı?

ABD şu an istemiyor. ABD bir an önce Kürtlerle birlikte Rakka’yı düşürmek istiyor ve bu büyük bir prestij getirecek, Suriye üzerinde söz sahibi olacaklar. Cenevre dediğimiz bir süreç var ve bu süreç şimdiye kadar bir şey doğurmadı, ancak Rakka’yı ABD’liler düşürürse o zaman “Biz Suriye’deyiz ve bu oyunu birlikte kurmak zorundayız” diyecekler. Bunu Rusya da, Suriye de istemiyor. ABD, Rakka’yı düşürürse çok ciddi pazarlıklar yapılacaktır.

Rusya’nın operasyonları ortaklaştırma çağrıları sahanın önemli aktörlerinden İran’ı nasıl etkiliyor ya da rahatsız ediyor mu?

Herkes kendi oyununu oynuyor. Tabii oyun planları birbirine en yakın olan iki ülke Rusya ve İran. Rusya, Cenevre sürecinde nispeten çekildi. İran, sahada o açığı doldurdu ve çok sayıda askeri koordinatörüyle işin içerisine girmiş durumda. Halep civarında büyük bir İran yığınağı da söz konusu. İran’ın önceliği, mevcut dış politik tercihlerinin değişmeyeceği bir Suriye’nin yarına aktarılması. İran bu yapının korunması için çok ciddi bir katkı sunuyor. Bu, Rusya’nın da işine gelen bir şey sadece Rusya ile İran tercihleri arasında nüanslar var. Rusya, daha fazla toprak bütünlüğü ve düzenin devamlılığını istiyor, çok şahıslara takılma niyetinde değiller. “Bu yapı yarına Esad olmadan da gidebilir, buna Suriye halkı karar versin” diyor. İran benzer şeyleri söylese de politikası giderek isim koymaya vardı: “Bu yapıyı ancak mevcut kadro koruyabilir” diyor. İran’ın bütün derdi Suriye’nin mevcut ekseninde kalması. O eksen ABD, İsrail karşıtı bir eksen ve bu eksen çözülürse İran kaybetmiş olacak. Zaten savaşın nedeni de bu ekseni çözebilmek. O yüzden Rusya ve İran’ın Suriye’ye yükledikleri anlamlarda farklılıklar var ancak her ikisi de kendi müttefiklerini koruyor.

İran’ın Kürtler konusundaki tutumu nedir?

İran şu anda Kürtlere çok fazla bir şey söylemek istemiyor. Kürtlerin, Selefi terör örgütleriyle savaşıyor olmasını alkışlıyor ancak Suriye’de ABD’nin nüfuzunu arttıracak parçalanmaya yol açacak bir seçeneği de istemiyor. Bu konuda da hem Suriye hem de Rusya ile paralel tepkiler veriyor.

‘ABD, SEÇİMLERE KADAR RAKKA’YI DÜŞÜRMEK İSTİYOR’

Rakka’nın kuzeyindeki operasyonlar başarılı olursa merkeze yönelme durumu olacak mı?

Obama’nın önceliği Kasım’daki seçimden önce burada bir başarı elde etmek ve Kürtler de bunu istiyor. Seçimler sonrası yeni iktidar kiminle ne yapacak, Suriye politikası ne olacak belirsizlikler var. Şu an bir ortaklık tesis edilmişken, taraflar sonuç almak istiyor. O yüzden seçime kadar Rakka’yı düşürmek istiyorlar. Bu iş sadece Suriye ile sınırlı değil. ABD, hem Irak’ta hem Suriye’de IŞİD’e karşı operasyon içerisinde. ABD’nin bütün derdi çok gecikmiş olan Musul, Rakka operasyonlarını bir an önce tamamlayabilmek.

‘BÖLÜNME SENARYOLARI ÇOK GERÇEKÇİ DEĞİL’

Suriye’nin geleceğine ilişkin öngörüleriniz var mı?

Suriye’nin parçalanacağına dair senaryoları çok gerçekçi bulmadım şimdiye kadar. Suriye haritası şekillenirken 1920’lerdeki Fransızların modellemesi akla geliyor. O modellemeyle üç parçaya bölüyorlar: Lazkiye’de Alevi devleti, ortada Sünnilerin bulunduğu devlet ve kuzeyde Kürtlerin devleti. Şu koşullarda bu modelleme çok gerçekçi değil. Lazkiye’de bir Alevi devleti olmaz, Lazkiye, nüfusunun yarısından fazlası Sünni olan bir bölgedir. Ayrıca son krizde Tartus – Lazkiye hattı, milyonlarca mülteciyi barındıran bölgeler haline geldi ve bunlar Sünni mülteciler. Bu bölgede etnik, mezhebi ayrım üzerinden yapılanmaya müsaade edilmez. Kürtler açısından “Rojava, Suriye ordusunun kontrol edemediği fiili, ayrı bir yapı olarak mı kalacak”, “Rojava, müzakere sonucunda Suriye’nin bütünlüğü içerisinde, anayasal çerçeveye kavuşturulmuş özerk bölge mi olacak” soruları önemli. Suriye’nin bütünlüğü içerisinde çözüm bulunamazsa, ABD’nin uhdesinde Fırat’ın kuzeyinde bir bölge oluşmuş olacak. Bu parçalanma senaryosuna doğru ilerler mi? Hemen değil ama uzun yıllar içerisinde tabii ki böyle bir gelişme şekillenebilir. Kürtler ayrılmak istemiyorlar ancak şu anda 50 bin kişilik bir orduya sahipler ve bu güç bir şeyler ifade ediyor. Bu güç, kendisini nasıl dayatacak ve Şam yönetimi bu güç karşısında ne yanıt verecek? Savaşacak mı yoksa müzakere ile anlaşacak mı? Savaş hiç kimsenin tercihi değil. Eğer savaş başlarsa Rojava’nın sütunları çatlar. Suriye açısından da fazlasıyla deneyim sahibi 50 bin kişilik bir orduyla savaşmak kazanılabilecek bir savaş olmayabilir. O yüzden her iki taraf da daha büyük yıkımdan kaçabilmek için müzakereyi tercih edebilir. Kürtler burada bir şey elde etmekten asla vazgeçmeyecek. Suriye eninde sonunda bunu hazmedecek ya da fiili olarak bu şekilde yıllarca Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de “Fırat’ın kuzeyi güneyi” ya da “doğusu – batısı” şeklinde bir hat çizilmiş olacak.

CEPHELERDE SON DURUM

Suriye cephelerinde son durum nedir?

Rusya’nın devreye girmesiyle beraber birçok yerde dengeler değişti. Palmira, Halep’in güney cephesindeki birçok nokta, Lazkiye kırsalı tekrardan ordunun kontrolüne geçti. Türkiye, Katar, Suudi Arabistan’ın Fetih Ordusu ve Ürdün üzerinden güney cephesi girişimi hala Suriye ordusunu zorluyor, bloke ediyor. Birçok yerde ordu anlaşarak ya da kuşatma altında tuttuktan sonra anlaşarak çatışmaları durdurdu ve bitirdi. Otuzun üzerinde yerde çatışmaların bu şekilde bittiğini gördük. Son zamanlarda Şam kırsalında Suriye ordusu varlığını ciddi şekilde hissettirir hale geldi. Ancak her şey kaplumbağa hızında ilerliyor. Dera ve Şam kırsalında hala sorunlar devam ediyor ama Lübnan’a yaslanan bölgelerde Hizbullah’ın devreye girmesiyle yönetim lehine büyük gelişmeler yaşandı, kontrol sağlandı. Halep’in kuzeyinde çok büyük çatışmalar oluyor. Bir tarafta Suriye ordusu ile Nusra liderliğindeki gruplar, diğer tarafta Türkiye destekli silahlı gruplar ile Kürtler arasında çatışmalar var. En önemlisi de Suriye ordusu, iki Şii beldesinin etrafındaki kuşatmayı yardı ve doğudan batıya bir koridor açarak, silahlı gruplar arasındaki bağlantıyı koparmış oldu. IŞİD ise Tedmur’da ve önemli ölçüde Kürt bölgelerinde kaybetti. Deyrezzor’da durum kritik. Böyle korkunç ve dehşet dengesi içerisinde çok sayıda cephede aynı anda çatışmaların yaşandığı bir sahne var.

(Evrensel Gazetesi)

kaynak UmutGazetesi http://umutgazetesi2.org/fehim-tastekin-rakkayi-kurtarmak-rojavayi-guvenceye-almaktir/

Zaman demokratik değerleri savunma zamanı

Önce Demokrasi Girişimi “Anayasal Demokrasi” konulu sempozyum gerçekleştirdi.

Birinci bölümde anayasal demokrasi üzerine açılış konuşması yapıldı. İkinci bölümde ise Türkiye’nin anayasa gündemi ele  alındı.

Taksim Hill Otelde yapılan sempozyumun açılışını Yazar Ayşegül Devecioğlu yaptı. Türkiye’nin içinde bulunduğu durama dikkat çekerek, söz konusu ortamda anayasanın yapılmayacağına vurgu yaptı.

Sempozyumun ilk oturumu Anayasal Demokrasi başlığı altında yapıldı. Önce Demokrasi çağrı metnini CHP Eski Milletvekili Melda Onur okudu.

İktidar eliyle anayasasızlaştırma sürecine, devlet toplum ilişkilerinin ‘hukuksuz alanlar’ yaratılmasına karşı, din ve mezhep bakışı temelinde yaratılan baskıcı ve totaliter yönetim anlayışına, itiraz ettiklerini ifade eden Onur, “Parlamenter  rejime karşı fiili durumu yaratarak keyfi bir yönetim kuran, erkler ayrılığını yok eden, hak ve özgürlükleri ihlal eden, dokunulmazlıkları kaldırarak, yasamayı doğrudan yürütmenin tahakkümü altına almaya yeltenen zihniyetin ‘Yeni anayasa yapıyoruz’ söylemiyle yarattığı bilgi kirliliğine hayır diyoruz” diye konuştu. Hukuka, akla aykırı gayrimeşru söylem ve uygulamalara karşı meşru direnme hakkından söz eden Onur, bu ortamda anayasa yapılamayacağına işaret ederek, “Önce hukuk ve demokrasi” dedi. Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu da Türkiye’nin anayasa sorunsalı üzerinde sunum yaptı.



kaynak Evrensel http://www.evrensel.net/haber/281491/zaman-demokratik-degerleri-savunma-zamani

Transeksüelliği Hastalık Olmaktan Çıkartacak İlk Ülke Danimarka Olacak

Danimarka Parlamentosu Sağlık Komitesi, dün düzenlediği toplantıda transeksüelliğin ülkedeki resmi akıl hastalıkları listesinden çıkartılmasına karar verdi. 1 Ocak 2017 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek ve Danimarka’yı transesküelliği hastalık listesinden çıkartacak ilk ülke yapacak karar, ülkedeki LGBTİ toplumunun zaferi olarak görülüyor.

Sosyal Demokrat Parti milletvekili Flemming Møller Mortensen, “Danimarka’da translar akıl hastalığı teşhisi konduğunda kendilerini damgalanmış hissediyorlar. Transeksüelliği hastalık olarak nitelemek tümüyle uygunsuz bir durum” diyerek karardan duyduğu memnuniyeti ifade etti.

Uluslararası Af Örgütü bu kararla Danimarka’nın dünyaya örnek teşkil edeceğini belirtirken, kararın halen transseksüelliği bir hastalık olarak gören Dünya Sağlık Örgütü üzerindeki baskıyı da artırması bekleniyor.

kaynak http://direnisteyiz3.org/transeksuelligi-hastalik-olmaktan-cikartacak-ilk-ulke-danimarka-olacak/