Tuesday, May 31, 2016

Birleşik Özgürlük Güçleri Çocuk İstismarı ve Deskteçilerini İmha Etmeye Devam Ediyor!

Birleşik Özgürlük Güçleri Çocuk İstismarı ve Deskteçilerini İmha Etmeye Devam Ediyor!

Birleşik Özgürlük Güçleri: "AKP-­IŞİD faşist terör örgütünün yalakası, inanç simsarı Nurettin Yıldız'ın başkanı olduğu Sosyal Doku Vakfının İstanbul Bayrampaşa'da bulunan merkezi 29.05.2016 tarihinde güçlerimiz tarafından imha edilmiştir" açıklaması yaptı, açıklamanın tamamı;

Nurettin Yıldız AKP-IŞİD faşizminin sözcülüğünü yaptığı gibi hiç utanmadan tecavüzcü Ensar Vakfının da savunuculuğunu yapmaktadır. Halkların inançlarını kendi çıkarları için istismar eden bu anlayış faşist ideolojiye içkindir. Faşizmin iktidarlaşma süreciyle beraber azgınlaşan bu ve benzeri inanç simsarları kadın ve çocukların köleleştirilmesini, istismar edilmesini savunmakta ve bu tür saldırganlığı desteklemektedir. Sosyal Doku Vakfı ve benzerleri de faşist ideolojinin üreticisi, yayıcısı ve faşist çetelerin örgütlendiği şer yuvalarıdır.

Her konuşmasında IŞİD faşizmini öven faşizmin başkanı Tayyip Erdoğan'ın takipçisi Nurettin Yıldız gibi faşistler de memleketimizdeki katliam, işkence ve baskı uygulamalarının sorumlusudur. Üzerlerine sahtekârca yapıştırdıkları din etiketiyle servet ve iktidar elde etmek için halkları, kültürleri birbirine kırdırtmaya çalışmaktadırlar. Bunların taptıkları tek şey para ve iktidardır. Bu nedenle hiçbir dini ve kültürü gerçekten benimsemezler ve mensubu olamazlar. AKP-IŞİD faşist çeteleri bir çok sıfatla nitelendirilebilir fakat bu sıfatlardan en bütünlüklü izah edici olanı riyakârlıklarıdır!

Faşizmi yayma, savunma ve örgütleme faaliyetini sürdürmek için gittiği her yerde halk İnanç simsarı faşist Nurettin Yıldız'a gereken cevabı vermiştir. Halkların talebi ve tavrı nettir: Tüm memleket ve bölge Nurettin Yıldız ve Sosyal Doku Vakfı gibi faşist kuruluşlar ve çetelerden temizlenecektir.

Unutmayın “bu işler parayla değil, sırayla”...
“Okulu” harem, “eğitimi” tecavüz olanın saraylarını başlarına yıkacağız!

                                                
                                                                           Sultan Seçik Özgürlük Gücü Milis Örgütü

Friday, May 27, 2016

Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığa ayrılan örtülü ödenek tek elden yönetilecek

Yeni hükümetin belirlenmesiyle devletin üst düzey bürokrasisinde yeni düzenlemelere gidilecek. Maksut Serim hem Cumhurbaşkanlığı’nın, hem de Başbakanlığın örtülü ödeneğini yönetecek

Yeni hükümetin belirlenmesiyle devletin üst düzey bürokrasisinde yeni düzenlemelere gidilecek. Maksut Serim hem Cumhurbaşkanlığı’nın, hem de Başbakanlığın örtülü ödeneğini yönetecek.

Tayyip Erdoğan döneminde 12 yıl boyunca Başbakanlık Örtülü Ödenek Başkanlığı’nı yapan Maksut Serim, Ahmet Davutoğlu göreve gelince yerine Ali Polat atanmış, kendisi de danışman yapılmıştı. Ardından da Erdoğan, Serim’e başdanışman olarak sarayda görev vermişti.

2016 Ocak’tan beri Cumhurbaşkanlığı’nın örtülü ödeneğiyle ilgili harcamalardan sorumlu kişi olan Serim, Binali Yıldırım’ın Başbakanlığıyla yeniden eski görevine dönüyor. Ancak Serim’in bu kez sorumluluğu daha fazla olacak.

Serim hem Başbakanlık hem de Cumhurbaşkanlığı’nın örtülü ödenek harcamaları konusunda karar verici konumda olacak. Geçen dönem çıkarılan yasayla Başbakanlık Örtülü Ödeneği’nin, Cumhurbaşkanlığı ile ortak kullanılması düzenlenmişti. Kamuoyunda çok tartışılan düzenlemeden sonra hesaplarda, Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlığın neredeyse ‘başa baş’ kullanım yaptığı saptanmıştı. Örtülü ödeneğin, hangi amaçla ve kim için harcandığı gizli kalıyor.

kaynak Sendika.org http://sendika10.org/2016/05/cumhurbaskanligi-ve-basbakanliga-ayrilan-ortulu-odenek-tek-elden-yonetilecek/

İzmir’de 9 Devrimci Partili gözaltına alındı

Birleşik Devrimci Parti İzmir il binası ve parti yöneticilerinin evlerine yapılan polis baskınlarında 9 kişi gözaltına alındı.

Sabaha karşı gerçekleşen polis baskınlarında Devrimci Parti üye ve yöneticilerinin evleri ve parti binasında arama yapıldı. Devrimci Parti’nin Twitter hesabından duyurduğuna göre, polis baskını sırasında aralarında Devrimci Parti PM üyesinin de bulunduğu 9 kişi gözaltına alındı.



Evlerde ve parti binasındaki aramalar sürüyor.

kaynak YarınHaber http://yarinhaber.net/guncel/41028/izmirde-9-devrimci-partili-gozaltina-alindi

Thursday, May 26, 2016

Bedreddin Akdeniz şehadetinin 1.yılında evinde verilen yemekle anıldı

Rojava’da IŞİD’e karşı savaşta hayatını kaybeden Bedreddin Akdeniz’in ailesi ve arkadaşları tarafından evinde yemek verildi

24 Mayıs gecesi Bedreddin Akdeniz’in annesi Sabiha Akdeniz ve 11 Devrimci Parti yönetici ve üyesinin gözaltına alınmasına rağmen. Bedreddin Akdeniz’in hayatını kaybedişinin 1.yılında ailesi ve arkadaşları tarafından yemek verildi ve anıldı.

kaynak UmutGazetesi

Gazi Mahallesi'ne abluka: Yüzlerce Özel Harekat polisi mahalleyi bastı...

Sultangazi ilçesi Gazi Mahallesi'nde özel harekat destekli polis baskını düzenlendi. Bütün sokakların abluka altına alındığı mahallede, işyerlerinde arama yapıldı.

İstanbul'un Sultangazi ilçesi Gazi Mahallesi'nde bulunan tüm kafe ve bazı işyerlerine akşam 22.30 saatlerinde özel harekat destekli polis baskını yapıldı. Uzun namlulu silahlar ile tüm sokakları ablukaya alan polis, mahalleyi kuşatma altına almış durumda. Mahallede kısa süreli yaşanan çatışma ardından polisler, duvarda yer alan yazıları karalayarak Türk bayrağı çizdi. Polislerin bazı işyerleri ve kafelerde arama yaptığı belirtiliyor.

kaynak http://ozgurgundem.biz/haber/167688/gazi-mahallesine-abluka-yuzlerce-ozel-harekat-polisi-mahalleyi-basti

Wednesday, May 25, 2016

Birleşik Özgürlük Güçleri Adana'da AKP-İŞİD Faşizmini Vurdu!

Birleşik Özgürlük Güçleri milisleri; "AKP­-IŞİD faşizminin örgütlenme ve propaganda aygıtı olarak çalışan “Milli Birlik ve Kardeşlik Federasyonu”nun Adana merkezi 25.05.2016 tarihinde güçlerimiz tarafından imha edilmiştir." açıklaması yayınladı. Açıklamanın tamamı şu şekilde;

AKP­IŞİD faşizminin örgütlenme ve propaganda aygıtı olarak çalışan “Milli Birlik ve Kardeşlik Federasyonu”nun Adana merkezi “Milli Birlik ve Kardeşlik Federasyonu” AKP­IŞİD faşizmi tarafından örgütlenme ve propaganda aygıtı olarak kullanılmaktadır. Bu faşist örgütlenmelerin görevi işçi sınıfına, halklara, ezilenlere ve tüm muhalif kesimlere karşı baskı ve terör uygulamalarını meşrulaştırmak ve bu doğrultuda yürütülmesi planlanan katliamların vb. eylemlerin alt yapısını hazırlamaktır.

Mili Birlik ve Kardeşlik Federasyonu, faşist partinin ona yüklediği Türkiye'de muhaliflere karşı siyasi soykırım yürütme operasyonlarının alt yapısını hazırlamak görevini yürütmektedir. Halka zaten kapalı olan burjuva parlamentosuna halkın çoğunluğunun desteğinin kuvvetiyle giren sınırlı sayıdaki “gerçek halk temsilcilerinin” meclisten tasfiye edilmelerine dönük operasyonun merkezinde de faşizmin taşeronu bu federasyon bulunmaktadır. İnanç ve vicdan özgürlüğüne karşı dini duyguları istismar ederek faşizmin uygulamalarını memlekete dayatmaya çalışanların merkezinde de bu federasyon bulunmaktadır.

Faşist katiller, işkenceciler, tecavüzcüler ve yalakaları! Ne yaptığınızı, nerde bulunduğunuzu biliyoruz. İşçilere, ezilenlere, halklara, kadınlara, gençlere karşı yapmakta olduğunuz zulmün hesabını vereceksiniz! Artık bu memlekette yatacak yeriniz yok. Paranıza, mevkilerinize, yeteneksiz ve çapsız resmi ve sivil faşist çetelerinize fazla güvenmeyin. İnsanın gerçekten sahip olabileceği tek şey özgürlük gücüdür, o da zaten sizde hiç yok.

Özgürlük Güçleri hiç durmadan halka karşı gerçekleştirmeye çalıştığınız her operasyona misliyle karşılık vermektedir ve verecektir. Yenildikçe daha çok düşkünleşeceğinizi biliyoruz. AKP­IŞİD faşizmine karşı savaşan, savaşırken ölümsüzleşenlerin ailelerine karşı bile en seviyesiz saldırıları gerçekleştiren haysiyet yoksunları tek tek teşhir edilecekler ve sonra... Sonrasını ve neyle karşı karşıya olduklarını bilen tecrübeli polisler bilmeyen gereksizlere anlatsınlar.

İnsan bir taraf tutarak inandıkları uğruna savaşabilir, doğaldır. Fakat savaşmanın ahlaki sınırlarını aşanlara karşı sınır tanımayacağımız da bilinmelidir.

(Burası Adana, başka yere benzemez!) Özgürlük Güçleri doğru davranışların da yanlış davranışların da karşılığını mutlaka verir.

AKP­IŞİD faşizmini imha etmek ve Çukurova'nın İnce Memed'i Bedrettin Akdeniz'in yolunda savaşarak özgürleşmek için işçileri, emekçileri, ezilenleri,

kadınları, gençleri Özgürlük Güçleri saflarına katılmaya çağırıyoruz!

AKP­IŞİD faşizmini ezeceğiz!

25.05.2016 tarihinde güçlerimiz tarafından imha edilmiştir.

Bedrettin Akdeniz Özgürlük Gücü Milis Örgütü

Devrimci Parti: Rojava Şehit’lerini anmak onurdur

24 Mayıs Salı günü Devrimci Parti İl örgütü başta olmak üzere, bir çok devrimci parti yönetici ve üyesinin evleri polis tarafından basılmış, Rojava’da hayatını IŞİD’e karşı savaşta kaybeden Bedrettin Akdeniz’in annesi Sabiha Akdeniz ve 11 Devrimci Parti üyesi gözaltına alınmıştır. Yapılan bu operasyonu, yazılı bir açıklama ile değerlediren Devrimci Parti MYK aşağıdaki açıklamayı yaptı.



24 Mayıs Salı günü Adana İl Örgütümüz başta olmak üzere, yönetici ve üyelerimizin evlerine yönelik olarak gece yarısı yapılan operasyonlar sonucunda, aralarında Rojava’da IŞİD’e karşı savaşırken ölümsüzleşen Bedreddin Akdeniz’in annesi Sabiha Akdeniz ve parti yöneticilerimizin de bulunduğu on bir üyemiz gözaltına alınmıştır. Gözaltındaki üye ve aileler bugün mahkemeye çıkarılacakları, avukatlarımız tarafından öğrenilmiştir.

Aynı şekilde 1 Mart Salı günü, İstanbul’da gece yarısı gözaltına alınıp nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanan üye ve yöneticilerimize yönelik açılan davanın savcılık iddianamesi de açıklamıştır. Basında açıklandığı için herkes tarafından bilinme imkânı olan iddianame esas olarak Rojava’da IŞİD’e karşı savaşırken ölümsüzleşen devrimcilerin cenaze törenlerine katılmak, onları anmak, ev ve parti bürolarında resimlerini bulundurmak üzerine kurulmuştur.

IŞİD’e karşı savaş, insanlık savaşıdır. Rojava’da IŞİD’e karşı savaşta hayatını kaybeden Bedreddin Akdeniz’in yarın ölümünün 1.yılıydı. Ailesi tarafından yarın evinde yemek verilip, cumartesi de mezar başında bir anma gerçekleştirilecekti. Bugün yapılan operasyonla Bedreddin’in Annesi Sabiha Akdeniz’in de gözaltına alınması AKP faşizminin IŞİD’le işbirliğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. AKP, IŞİD ile değil, IŞİD’le savaşanlarla mücadele etmektedir. Bir anayı evladının ölüm yıl dönümünde evine basarak gözaltına alınması AKP faşizminin geldiği son noktadır. Ayrıca parti binamız, il temsilcimiz ve üyelerimize dönük şafak operasyonları partimize yönelik bir gözdağıdır ve altında yatan amaç saraya biat etmemizdir.

Mahkemeler geçmişte nasıl Deniz Gezmiş’i, Mahir Çayan’ı, İbrahim Kaypakkaya’yı, Mazlum Doğan’ı Sakine Cansızı anmayı yasaklamaya kalkmış ve onların mücadelesine sahip çıkanları suçlamaya kalkışmışsa, bugünde aynı şekilde cenazelerimize saldırmakta, mezarlarımızı tahrip etmekte ve aileleri yoldaşları ve kitlelerin onlara sahip çıkmakla suçlamaya kalkışmaktadır. Suriye’de IŞİD’le her türlü ilişkiye girenlerin, Kilis’te onlarca sivili sınırın öte yakasında roket atarak katleden IŞİD’e karşı savaşan ve tüm dünyanın takdirle karşıladığı YPG-YPJ’yi terörist ilan edenlerin IŞİD’e karşı onlarla dayanışanları da terörist ilan etmesi bizler için şaşkınlık yaratan bir durum olmamıştır. Mahkemelerin uyduruk gerekçelerle milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istedikleri bir coğrafyada yargının teslim alındığının bilinciyle buradan bir kere daha sesleniyoruz. Devrim şehitleri onurumuzdur. Hiç bir güç onları anmamızı ve mücadelelerine sahip çıkmamızı engelleyemez.

Adana’da ailelerimiz ve üyelerimize yönelik operasyon bu manada değerlendirilmektedir. Serêkaniyê’de IŞİD’e karşı savaşırken hayatını kaybeden Birleşik Özgürlük Güçleri (BÖG) komutanı Bedrettin Akdeniz(Suphi Şoreş) 29 Mayıs 2015’te ölümsüzlüğe kavuşmuştu. Adana’da Bedrettin Akdeniz’in anması öncesi ailesi ve üyelerimizin gözaltına alınması onun kavgasının ve mücadelesinin anılmasını engellemeye yöneliktir. Biz mesajı aldık. Ve onlara da mesajımızı iletiyoruz, biz Aziz’in, Mahir’in, Bedrettin’in yoldaşlarıyız bir ayağımız diz çökmeyen Seyit Rıza’larda, bir ayağımız zulmün dar ağacında kendi iskemlemesini tekmeleyen Nejdet Adalı’lardadır. Devrimci Parti binasında resimlerimize, evraklarımıza el koyanlara sesleniyoruz çok yakındır, bu hırsız, tecavüzcü, katliamcı düzeninize el koyacağız. Evlerimizde Bedreddin resimleri arayanlar bilsin ki Bedreddin’lerin kokusudur üstümüzde kalan. Bedrettin’in gülüşüdür zafere olan inancımız.
Bilinmelidir ki hiçbir güç işçi sınıfı ve halkaların kurtuluşu uğruna ölümsüzleşenlerin yürüttüğü kavgayı durduramayacaktır. Birleşik Devrimci Parti, demokrat, yurtsever kamuoyunu şehitlere, onların kavgasını ve anısını sahiplenmeye onları andıkları için yargılananlarla dayanışmaya çağırırken bir kere daha Aziz Güler, Bedrettin Akdeniz ve Mahir Arpaçay şahsında tüm devrim şehitlerini anmanın onur olduğunu açıklar. Derhal gözaltı furyasına son verilmeli, gözaltılar ve tutuklular serbest bırakılmalıdır.

Gözaltına alınan Devrimci Partililerin savcılık işlemlerine bugün başlanacağı belirtildi.

Tuesday, May 24, 2016

QSD Komutanı Rojda Felat: Kuzey Raqqa’yı özgürleştireceğiz

QSD Komutanı Rojda Felat, “Bu hamleyi QSD güçlerinin katılımı ile kuzey Rakka’yı özgürleştirmek amacıyla başlatıyoruz” dedi. Felat, herkesi hamleyi sahiplenmeye ve DAİŞ çetelerine karşı etkin mücadeleye çağırdı.

QSD Komutanı Rojda Felat ANF konuştu. Felat, “Bu hamleyi QSD güçlerinin katılımı ile kuzey Raqqa’yı özgürleştirmek amacıyla başlatıyoruz” dedi.

QSD Komutanı Rojda Felat, Raqqa kuzeyini özgürleştirme hamlesinin Cizîr, Grê Spî ve Kobanê’de Suriye halklarının birliğini hedefleyen saldırılara devrimci demokratik güçlerin bir cevabı olduğunu söyledi.

Felat, DAİŞ çetelerini bulundukları her alanda vurmaya devam edeceklerini belirtti. Rojda Felat, herkesi özgürleştirme hamlesini sahiplenmeye ve DAİŞ çetelerine karşı daha etkin bir mücadele yürütmeye çağırdı.

QSD çatısı altındaki tüm taburlar ile uluslararası koalisyonuna bağla savaş uçaklarının katılımı ile başlatılan kuzey Raqqa’yı özgürleştirme operasyonun zaferle sonuçlanacağını, bu hamlenin de  bölge halkının yoğun talebi üzerine başlattıklarını ifade eden Rojda Felat, amaçlarının halkların talebine cevap vermek olduğunu, bunun için de halkları DAIŞ çetelerinin zulmünden kurtaracaklarını kaydetti.

kaynak ANF http://www.anfturkce.net/kurdistan/qsd-komutani-rojda-felat-kuzey-raqqa-yi-ozgurlestirecegiz?utm_source=twitterfeed&utm_medium=twitter

Eğitim Sen, KESK mitingi öncesinde taleplerini açıkladı

Bianet’in haberine göre KESK’e bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) 28-29 Mayıs’ta gerçekleşecek mitinglerde dile getirecekleri talepleri açıkladı.

Eğitim Sen Genel Merkezi’nde gerçekleşen basın toplantıda konuşan sendika genel başkanı Kamuran Karaca demokrasi, eşit yurttaşlık, temel hak ve özgürlüklerin genişlemesinin için laik eğitimin önemine değindi.

Eğitim Sen “Eğitimde “tek din, tek mezhep” dayatmasına son verilmeli”

Yüksek, “Türkiye’de uzunca bir süredir başta eğitim sistemi olmak üzere, toplumsal yaşamın bütün alanları, siyasi iktidarın hedefleri doğrultusunda baskıcı, otoriter ve dayatmacı bir anlayışla yeniden düzenleniyor” dedi. Eğitimin dinselleştirilmesinin tehlikeli boyutlarda olduğunu, laik eğitimi savunduklarını anlattı.

28-29 Mayıs mitingleri taleplerini şöyle sıraladı:

* Siyasi iktidar eğitim sistemini siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirmeye son vermeli, eğitim biliminin evrensel ilkelerine saygılı olmalı.

* Kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkının önündeki engeller kaldırılmalı.

* Eğitimde “tek din, tek mezhep” dayatmasına, eğitimi dinselleştirme uygulamalarına son verilmeli.

* Zorunlu din dersi dayatmasına, farklı inanç ve kültürlerin dışlanmasına, eğitimde her türlü ırkçı, gerici ve ayrımcı uygulamaya son verilmeli.

* Çocuk istismarının yaşandığı yurtları ve evleri açan dini vakıf ve derneklerin kapısına kilit vurulmalı, inanç istismarı yapan tüm kurumlar kapatılmalı.

* Yaşanan çatışmalar nedeniyle yaşamları ve eğitim hakkı tehdit altında olan çocuklara ve öğrencilere sahip çıkılmalı, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ölümü değil, yaşamı ve yaşatmayı savunmalı.

* İktidar tarafından hedef haline getirilen iş güvencemize yönelik tüm girişimler durdurulmalı, herkese güvenceli iş, güvenli gelecek için gerekli adımlar atılmalı.

* Kamu emekçilerinin insanca yaşam ve daha iyi çalışma koşulları talepleri dikkate alınmalı, sorunlarımıza kalıcı çözümler üretilmeli.

* Eğitimin bütün kademelerinde her türlü siyasal ve sendikal ayrımcılığa izin verilmemeli, özellikle MEB’in fişleme, cezalandırma ve sindirme uygulamaları durdurulmalı.

Miting programı

28 Mayıs Cumartesi

Ankara: Toplanma: 12.00 Kurtuluş Parkı, Miting: 13.00 “Kolej Meydanı”

İstanbul: Toplanma: 14.00 Bakırköy Hava İş Binası önü, Miting: 15.00 “Bakırköy Özgürlük Meydanı”

Adana: Toplanma: 16.00’da Mimar Sinan Kültür Merkezi, Miting: “Uğur Mumcu Meydanı”

Samsun: Miting: 12.30 Ray Apartmanı önü, Miting: “Cumhuriyet Meydanı”

İzmir: Toplanma: 15.00’da Cumhuriyet Meydanı, Miting: “Gündoğdu Meydanı”

29 Mayıs Pazar

Antalya: Toplanma: 13.00’da Aydın Kanza Parkı, Miting: “Cumhuriyet Meydanı”

Trabzon: Toplanma: 13.00’da Eski TEDAŞ önü, Miting: “Atatürk Alanı Meydan”

Van: Miting: 13.00’da “Kültür Kavşağı”

Diyarbakır: Miting: 15.00 “İstasyon Meydanı”

Devrimci Parti Adana İl Örgütüne polis baskını: 11 kişi gözaltında

Devrimci Parti Adana İl Örgütü ve 12 eve baskın yapan polis Devrimci Parti üyelerini ve Rojava’da IŞİD’e karşı savaşta hayatını kaybeden şehit Bedrettin Akdeniz’in annesi Sabiha Akdeniz’i gözaltına aldı.



Sabah saatlerinde Devrimci Parti İl Örgütüne ve 12 eve baskın düzenleyen polis Devrimci Parti Adana İl Yöneticisi Hüseyin Ateş ve il yönetici ve üyesini gözaltına aldı. Henüz nedeni belirlenemeyen operasyonda 6 kişinin de arandığı belirtildi.

Devrimci Parti Çukurova PM üyesi Direnç Tuna yapılan operasyonla ilgili gazetemize yaptığı açıklamada; ‘IŞİD’e karşı savaş, insanlık savaşıdır. Rojava’da IŞİD’e karşı savaşta hayatını kaybeden Bedreddin Akdeniz’in yarın ölümünün 1.yılıydı. Ailesi tarafından yarın evinde yemek verilip, cumartesi de mezar başında bir anma gerçekleştirilecekti. Bugün yapılan operasyonla Bedreddin’in Annesi Sabiha Akdeniz’in de gözaltına alınması AKP faşizminin IŞİD’le işbirliğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. AKP, IŞİD ile değil, IŞİD’le savaşanlarla mücadele etmektedir. Bir anayı evladının ölüm yıl dönümünde evine basarak gözaltına alınması AKP faşizminin geldiği son noktadır. Ayrıca parti binamız, il temsilcimiz ve üyelerimize dönük şafak operasyonları partimize yönelik bir gözdağıdır ve altında yatan amaç saraya biat etmemizdir. Biz bu mesajı aldık ve bu operasyonu yapanlara mesajımızı gazeteniz aracılığıyla bir kez daha iletiyoruz. Biz Aziz’in, Mahir’in, Bedrettin’in yoldaşlarıyız bir ayağımız diz çökmeyen Seyit Rıza’larda, bir ayağımız zulmün dar ağacında kendi iskemlemesini tekmeleyen Nejdet Adalı’lardadır. Devrimi Parti binasında resimlerimize, evraklarımıza el koyanlara sesleniyoruz çok yakındır, bu hırsız, tecavüzcü, katliamcı düzeninize el koyacağız. Evlerimizde Bedreddin resimleri arayanlar bilsin ki Bedreddin’lerin kokusudur üstümüzde kalan. Bedrettin’in gülüşüdür zafere olan inancımızdır’ dedi.

Gözaltına alınan Devrimci Parti yöneteci ve üyelerinin tam listesi:
GÜNCELLENECEK

kaynak UmutGazetesi http://umutgazetesi2.org/devrimci-parti-adana-il-orgutune-polis-baskini-11-kisi-gozaltinda/

Kadınlar komisyon raporunu tanımadı

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu”nun çağrısıyla Kadıköy’de buluşan yüzlerce kadın, Meclis Boşanma Komisyonu’nun raporunu protesto etti.

“Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu”nun çağrısıyla İstanbul Kadıköy’de buluşan yüzlerce kadın, Meclis Boşanma Komisyonu’nun çocukları tecavüzcüsüyle evlendirilmesinin önünü açan ve boşanma sırasında kadınların sahip olduğu hakları tahrip eden raporunu protesto etti.

“Haklarımızı gasbettirmeyeceğiz, eşitlikten vazgeçmeyeceğiz”, “Boşanmayı değil, cinayeti engelle” diyen kadınlar, AKP Hükümetinin kadına yönelik politikalarına tepki gösterdi. Süreyya Operası önünde buluşan yüzlerce kadın, “Boşanma komisyonunuz batsın, haklarımızı gasp ettirmeyiz” yazılı pankartla yürüdü, “Korkmuyoruz, susmuyoruz, itaat etmiyoruz” sloganını attı. Kadınlar, ellerinde “Raporunuz batsın kadınlar yaşasın”, “Komisyon, sen hayırdır?”, “Haklarımızı sokakta bulmadık yedirmeyiz”, “Eşitsizliği normalleştiren yasalarınıza rızamız yok”, “Boşanmayı değil cinayeti engelle”, “Kadınlar sokağa komisyonla kavgaya” yazılı olduğu dövizler taşıdı. Yürüyüşe HDP Milletvekili Filiz Kerestecioğlu da katıldı. Khalkedon (Kilise) meydanına yürüyen kadınlar adına ortak basın açıklamasını Kadın Cinayetlerine Karşı Önlem Grubu’ndan Özlem Kaya yaptı.

‘KAZANIMLARIMIZA GÖZ DİKTİLER’

Komisyonun, 10 yıllara dayanan kadın mücadelesinin kazanımlarına göz diktiğini ifade eden Kaya, “Raporda sahip olduğumuz birçok hak konusunda geri adım atılması amaçlanıyor, komisyonun benimsediği bu zihniyeti bizler senelerdir AKP’nin haklarımıza yönlettiği tehditlerden biliyoruz” dedi.

Mantığın “Kadını değil, aileyi koru” mantığı olduğunu söyleyen Kaya konuşmasını şöyle sürdürdü: “14 Ocak’ta bir araya gelen komisyon, ana akım medya kanallarının genel müdürlerinden, kadınlara ve çocuklara şiddet alanında çalışmayan, bizzat hükümet eliyle kurulmuş sivil toplum kuruluşlarına hatta kadınların haklarını kullanmasından rahatsız olan erkekler de dahil olmak üzere birçok kişi ve kurumu dinledi. Fakat feminisleri, alanda çalışan kadın örgütlerini bilerek ve sistematik olarak dışlayan TBMM boşanma komisyonunun taslak raporu kamuoyuna sızdı. Kadınları sadece aile içinde tanımlayan, aksi taktirde yok sayan bu rapor erkek şiddetine karşı yasal mekanizmaları zayıflatan ve kadınların boşanmasını zorlaştıran öneriler getiriyor. Rapordaki önerilerle kadınların ve çocukların hakları açıkça gasp ediliyor. Rapor kamuoyunda çocuk evliliği ve tecavüzcüyle evlendirme gibi konularda daha çok ön plana çıksa da kadınların bu güne değil kazanılmış olan tüm haklarına yönelik benzeri görülmemiş bir saldırı yönelttiğinin farkındayız. Biz kadınlar, boşanma  komisyonunun raporunun yok hükmünde kılınması, kadın örgütleri ve alanda çalışan kadınların sürekli üyesi olduğu, kadınların lehine yasal değişiklik ve politikaları oluşturacak bir komisyon kurulmasını ve haklarımızın daha etkili kullanımının sağlanması için gerekli düzenlemelerin yapılmasını talep ediyoruz”

kaynak Evrensel http://www.evrensel.net/haber/280735/kadinlar-komisyon-raporunu-tanimadi

Monday, May 23, 2016

Skandal iddianame: PKK’nin legal yapılanması HDP

Sosyalist Demokrasi Partisi’nin (SDP) devamı olan Birleşik Devrimci Parti üyeleri hakkında hazırlanan 106 sayfalık iddianamade, en çok vurgulanan ‘suç delili’, IŞİD’e karşı savaşırken yaşamını yitiren ve cenazesi 59 gün sınırda bekletilen Aziz Güler’i sahiplenmek, kahraman ve kurtarıcı gibi görmek, Güler’in Türkiye sınırında bekletilmesini protesto etmek ve cenaze törenine katılmak. Savcı, iddialarına dayanak olarak ETHA’nın Güler’in cenazesiyle ilgili haberini iddianameye aktarmış. Aziz Güler’in babası Mehmet Güler’in ve HDP’li Ertuğrul Kürkçü’nün cenazede yaptığı konuşma, Orhan Alkaya’nın şiir okuması, Ferhat Tunç’un ağıt yakması da iddianameye girmiş. Savcı, iddianamede HDP’yi de es geçmemiş: “Ülkemizde PKK-KCK terör örgütünün legal yapılanması olduğu bilinen HDP başta olmak üzere, sol fraksiyonlu terör örgütlerince, ajitasyonlar yapılarak, tabandaki şahısları sokaklara indirmeye çalışarak, PYDYPG- YPJ/STAR terör örgütlerine destek vermeyi amaçlamaktadırlar.”

Selahattin Demirtaş - Figen Yüksekdağ
Birleşik Devrimci Parti’ye 1 Mart’ta yapılan operasyonun ardından, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı soruşturma tamamlandı. Parti yöneticisi ve üyesi 10 kişiye dava açıldı. Gezi gazisi, partinin İstanbul İl Başkanı Selim Polat ile Halil Sönmez, Vedat Türk, Yasin Aydın ve Ahmet Sebat tutuklu. İddianamede, Polat ve Sönmez, ‘Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs’le suçlandı. Diğer sanıkların ise ‘örgüt üyeliği’, ‘örgüt propagandası’, ‘görevi yaptırmamak için direnme’, ‘izinsiz gösteriye katılma’ suçlarından cezalandırılmaları istendi.

Cenazeyi defnetme suçu

İddianame, Rojava’da ölen Aziz Güler, Bedrettin Akdeniz, Mahir Arpaçay’ın cenazelerinin kaldırılması üzerine kurulu. Savcı, 21 Eylül 2015’te yaşamını yitiren, cenazesi 59 gün sınırda bekletilen Aziz Güler’e yoğunlaşmış. Güler’in Kobane’ye gitmeden önce, SDP içerisinde yer alması bile illegal örgüt faaliyeti olarak değerlendirilmiş. Güler, terör örgütü mensubu olarak nitelendirilmiş. “Aziz Güler ölümsüzdür”, “Kavgamızın rehberi Aziz Güler ölmedi” yazılı pankartlar, Aziz Güler fotoğrafları da ‘suç delili.’

Savcı Erdoğan’la çelişti

İddianamede, 2010’daki referandum öncesi, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın üzülerek söz ettiği, 22 yaşında idam edilen Necdet Adalı da var. Savcının Adalı yorumu şöyle: “8 Ekim 1980 günü idam edilen Kurtuluş Hareketi mensubu Necdet Adalı isimli örgüt mensubunun Altındağ Halkevi’nde faaliyetlere katıldığı, 10 Temmuz 1977’de iki kişinin öldüğü kıraathane saldırısı olayına karıştığı için yakalandığı, cezaevinden firar etmeye kalkıştığı ancak başaramadığı...”

kaynak Cumhuriyet http://www.cumhuriyet.com.tr/538265

Kurtuluş Mayıs Ruhunda!

18 Mayıs’ta ölümsüzleşen devrimci öncüler anıldı. Anma eylemlerinde diktatörlükten kurtuluş yolunun mayıs şehitlerinin direniş ruhu olduğuna dikkat çekildi.

Mayıs ayı içerisinde hayatını kaybeden devrcimci öncü kadroları için her yıl olduğu gibi bu yıl da anma törenleri yapıldı. Devrimcilerin yarattığı direniş ve mücadelenin Kürdistan’da sürdüğü vugulananan anmalarda mücadeleyi yükseltme çağrıları yapıldı. Dersim’de Munzur Üniversitesi Edebiyat Fakültesi önünde bir araya gelen yüzlerce öğrenci, “Mayıs Şehitleri” anısına kampüste yürüyüş düzenledi. “Bu çelik aldığı suyu unutmayacak” pankartları ve sloganlarıyla kampüs içinde yürüyüş yapan öğrenciler adına konuşan Fatma Özkan, “Vartinik’in kayası işkencehane tezgahlarının korkulu rüyası Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’dan, hain bir komplo sonucu katledilen Kürt ulusal mücadelesinin gizli ruhu yiğit devrimci Haki Karer’e, Diyarbakır zindanlarında bedenlerini ateşe vererek söndürülemez Kürdistan direniş ateşini harlayan Necmi Öner, Ferhat Kurtay, Mahmut Zengin, Eşref Anyık’a sarsılmaz bir kaledir 18 Mayıs şehitleri” dedi.

Sanmasınlar ki bitti

68’liler Derneği Mersin Şubesi de, devlet tarafından işkence edilerek katledilen İbrahim Kaypakkaya’yı andı. Çok sayıda kişinin katıldığı anmada konuşan Kaypakkaya’nın okul arkadaşı Celal Temel, “Kaypakkaya’yı katledenler sandılar ki katletmekle bu işi bitirecekler. Ama Kaypakkaya’nın düşüncesi ve fikirleri, 43 değil, 400 yıl geçse de yaşayacak” dedi. Mayıs ayının “Devrim şehitleri ayı” olduğunu vurgulayan Temel, “Bu ayda Deniz Gezmişler, Haki Karerler ve Diyarbakır zındanından Dörtler şehit düşmüştür” hatırlatmasında bulundu. İzmir’deki anmaya ise valilik izin vermedi.

Meşaleleri sönmeyecek

Adana’da da MKM-DER ve MEYA-DER tarafından anma etkinliği gerçekleştirildi. Anmada MEYA-DER adına konuşma yapan Şemsa Bağdu, “Onların bizlere bıraktığı meşaleyi asla söndürülmesine izin vermeyeceğiz. Devrettikleri bayrakları ülkenin her yerinde dalgalanmaya devam edecek” diye konuştu.  Êlih'te (Batman) "Mayıs Ayı Şehitleri" nedeniyle MEYA-DER öncülüğünde bir anma gerçekleştirildi

Karanfillerle anıldı

Kürt özgürlük mücadelesi için dönüm noktası olan ve Amed zindanında verilen direnişte ölümsüzleşen Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Necmi Öner ve Mahmut Zengin için de Riha’nın Girê Sor (Siverek) ilçesinde anma yapıldı. Anmada aynı dönemde Amed Zindanı’nda kalan Mehmet Kültür ve Ömer Tiz, dörtlerin direnişini anlattı. Salayt göseriminin yapıldığı anma sonrası Girê Sor Asri Mezarlığı’nda bulunan Mahmut Zengin’in mezarı ziyaret edilerek karanfiller bırakıldı.

kaynak ÖzgürGündem http://www.ozgurgundem.biz/haber/166950/kurtulus-mayis-ruhunda

Saturday, May 21, 2016

HDP: Diz çökmedik, size dert olsun

Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ardından, teklifin hedefindeki HDP’li vekiller demokrasiye darbe yapıldığı yorumunda bulundu.



Anayasa değişikliği 376 oyla kabul edilmiş, böylelikle referanduma da gerek kalmamıştı. Nihai oylamada 531 vekil oy kullanmış, 376 ‘Evet’, 140‘Hayır‘, beş çekimser, üç geçersiz, yedi boş oy verilmişti.

Teklifin kabulü için 550 vekilden en az 330’unun ‘Evet’ oyu vermesi gerekiyordu. Referandumsuz anayasa değişikliği ise en az 367 ‘Evet’ oyu gerektiriyordu. Ancak teklifin tümü 376 oyla kabul edilmesi referanduma gitme şartını ortadan kaldırdı.

Oylamanın ardından HDP grubu değerlendirmelerde bulunmak üzere toplandı. Henüz bir açıklama yapılmazken, HDP’li vekiller ilk yorumlarını Twitter üzerinden yaptı. Meclis Başkanvekili Pervin Buldan, Dersim isyanının önderlerinden Seyit Rıza’nın idam edilmeden önceki sözlerinden yaptığı alıntıyla dikkat çekti.

Devrimci Parti Genel Başkanı Ufuk Göllü: En geniş anti-faşist cepheyi kurmakla görevliyiz

Gazetemizin sorularını yanıtlayan Devrimci Parti Genel Başkanı Göllü, her şeyden önce başkanlık sistemi, AKP-IŞİD ittifakına işaret etmekte. Ortaya çıkan tablo, AKP ve IŞİD sisteminin birlikteliği, Ortadoğu’da demokrasi ve emek güçlerinin karşısında bir konumlanma söz konusu. IŞİD-El Nusra gibi selefi cinayet şebekeleri destekleniyor. Ülkemizde gerici, baskıcı, otoriter bir sistem kuruluyor. Buna karşı bütün demokrasi, emek ve özgürlük güçlerinin ortak bir ittifakının kurulması gerekiyor, en büyük cepheyi kurmak lazım, dedi. Gerçekleştirdiğimiz röportajın tamamı aşağıdadır.



1) HDP’li vekilleri hedef alan dokunulmazlık dosyaları meclise geldi ve ilk tur oylamalar yapıldı. Siz dokunulmazlıklar meselesini nasıl ele alıyorsunuz?

Her şeyden önce dokunulmazlıkların kaldırılması aslında Kürt halkına ve Türkiye’deki demokrasi güçlerine dönük olarak geliştirilen savaş konseptinin bir parçası. Uygulanan bu savaş konseptinin meclis ayağı da dokunulmazlıkların kaldırılması. Kürt illerinde yürütülen askeri operasyonlar, Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de, Yüksekova’da gerçekleştirilen katliamlar, sokakta gerçekleşen infazlar, kadın bedenine yönelik uygulanan cinsiyetçi/teşhirci politikalar, beraberinde Kürt ilçelerinde halkın göçe zorlanması, Kürt halkının siyasi temsilcisi olan DBP’nin yöneticilerinin ve son olarak genel başkan Kamuran Yüksek’in tutuklanması, HDP’li yöneticilere dönük saldırılar; bunların hepsi düşünüldüğünde aslında kapsamlı bir savaş politikası, mecliste demokrasi ve emek güçlerinin, sol demokrasiden yana siyaset yapan güçlerin temsilcisi olan HDP’ye dönük büyük bir tasfiye hamlesi başlatılmıştır. Dolayısıyla dokunulmazlıkların kaldırılması aslında bu savaş politikasının derinleşmesi, AKP’nin 7 Haziran seçim yenilgisi sonrası 1 Kasım’a doğru tırmandırdığı savaş politikasının yeni bir boyuta evrilmesi oluyor. Milyonlarca insanın oyuyla seçilmiş siyasetçilerin dokunulmazlıklarını kaldırarak aslında ülke karanlık bir geleceğe sürükleniyor. Burada tek hedef başkanlık sisteminin inşa edilmesi ve bu hedef Kürtlerle savaşarak inşa edilmeye çalışılıyor. Dokunulmazlığın kaldırılması denirken aslında kaldırılan dokunulmazlık HDP’li vekillerin dokunulmazlığıdır, yapılan şey ise bir siyasi tasfiye hamlesi. Halkın iradesi ile seçilmiş parti yöneticileri ve milletvekilleri bu şekilde cezaevine gönderilecek. AKP iktidarı ise Kürdistan’da uygulamaya başladığı faşizan politikaları güçlendirerek bir savaş tablosu mecliste tamamlanmış oluyor. Dolayısıyla dokunulmazlıkların kaldırılması Türkiye’deki kutuplaşmanın daha da derinleşmesi, işçi sınıfı ve emekçilerin üzerindeki baskının artması, kadınların üzerindeki baskının daha da artması genel olarak da aslında siyasi hayatın daha baskıcı ve otoriter bir kimliğe bürünmesi anlamına gelecek. Yani siyasi iktidara muhalif olan herkese bu yol açılmış olacak. Bu yolda bir süre sonra CHP’de hedef olacak. Muhalif olan herkes bu şekilde hedef olabilecektir.

2) Dosyaların meclise gelmesinin Erdoğan’ın başkanlık stratejisinin bir parçası olduğu söyleniyor. Siz bunu nasıl ele alıyorsunuz? Başkanlıkla ilgili fikirleriniz nelerdir?

Her şeyden önce başkanlık sistemiyle beraber AKP yönetiminde ülke faşizan bir rejime doğru yöneliyor. Bu Türkiye halkının %50’sinin iradesine rağmen yapılıyor. Türkiye halkının %50’si başkanlık sistemini istemiyor. Burada AKP’nin yapmaya çalıştığı Kürt halkı ve Türkiye’deki demokrasi güçleri ile savaşarak ülkenin daha geniş bir kesimini başkanlık sistemi etrafında birleştirmek. Yapılan askeri operasyonlar, Kürdistan’ın belli ilçelerinde yapılan operasyonlar, sokağa çıkma yasakları, bunların hepsi başkanlık sisteminin hayata geçirilmesi için uygulanan stratejinin hayata geçirilen taktikler.Başkanlık sistemi, savaş konsepti üzerinden hayata geçirilmektedir. Bu savaş Türkiye’de emekten, demokrasiden yana herkese açılmış bir savaştır. Bütün devlet kurumlarının AKP iktidarı tarafından denetlenmesi ve yönetilmesi isteniyor. Cumhurbaşkanı çıkıp “Ben cumhurbaşkanıyım, bir de başbakan var. İki tane seçilmişe gerek yok.” dedi ve bundan kısa bir süre sonra AKP’nin parti genel başkanı görevden uzaklaştırıldı, bizzat cumhurbaşkanı eliyle. Artık Türkiye siyasetinde Erdoğan, belirleyici ve baskıcı bir rol oynayarak Türkiye siyasetine müdahale etmekte. Ve dokunulmazlıkların kaldırıması aslında başkanlığa meşruluk kazandıran bir yöntem olarak kullanılmakta. Başkanlık buradan doğru da işçi ve emekçilerin, kadınların, hak talep edenlerin düşmanıdır.

3) Başkanlık meselesi demişken, ülkenin gidişatını nasıl görüyorsunuz? Sizce ne yapılmalı?

Her şeyden önce başkanlık sistemi, AKP-IŞİD ittifakına işaret etmekte. Ortaya çıkan tablo, AKP ve IŞİD sisteminin birlikteliği, Ortadoğu’da demokrasi ve emek güçlerinin karşısında bir konumlanma söz konusu. IŞİD-El Nusra gibi selefi cinayet şebekeleri destekleniyor. Ülkemizde gerici, baskıcı, otoriter bir sistem kuruluyor. Buna karşı bütün demokrasi, emek ve özgürlük güçlerinin ortak bir ittifakının kurulması gerekiyor, en büyük cepheyi kurmak lazım. Bugün HDP’li vekilleri tutuklamanın önünü açıyorlarsa yarın CHP’yi ya da başka siyasi odaklar da hedef alınacaktır. Bugün ülkede “demokratım, devrimciyim, özgürlükten yanayım” ya da en basit anlamıyla “burjuva demokrasisinin geleceğine inanıyorum” diyen herkesin bu başkanlık sistemini durdurmak için belli bir asgari programda bir araya gelmesi lazım. Başta devrimcilere büyük bir görev düşüyor. Devrimcilerin bu programın hayata geçirilmesinin öncüsü olmalı. Faşizme karşı en geniş cepheyi kurmak gerekiyor. Emek, barış ve demokrasi güçlerinin yanı sıra CHP tabanını da içeren geniş bir ittifak kurulmalı. Parlamentoda çıkan oy sonuçları da bunun gerekliliğini gösteriyor. Bu baskıcı-otoriter rejim geriletilebilir. Kısacası, bu faşizan uygulamalara karşı en geniş cepheyi kurmak, mücadelenin bir çok yöntemini kullanarak en geniş ittifakı örmekle görevliyiz. AKP bugün neo-liberal politikalar uyguluyor, işçi-emekçilerin bütün kazanımlarını yok ediyor. Kadınlara karşı bütün cinsiyetçi politikaların meşrulaştığı, kadın bedeninin aşağılandığı bir dönemi yaşıyoruz. Aynı şekilde Kürt halkına dönük katliamlar mevcut. Sokaklar yangın yerine dönmüş durumda. Demokratik özerkliğin ilan edildiği ilçeler boşaltılmakta, tanklar ve toplarla yıkılmakta. Akademisyenler, avukatlar tutuklanmakta. Gazeteciler hakkında soruşturmalar açılmakta. Bunlar yaşanırken, en geniş demokratik, anti-faşist cepheyi örmekle görevliyiz. Yaşamın her alanında özgürlük mücadelesini yükseltmeliyiz.

4) Birleşmiş Milletler “Dünya İnsani Yardım Konferansı” İstanbul’da toplanacak. Aynı Birleşmiş Milletler, Cizre’de en az yüz sivilin devlet tarafından yakılarak katledildiğine dair açıklama yaptı ve heyet gönderme kararı aldı. Bu çelişkiyi nasıl yorumluyorsunuz? Konferansın toplanmasına dair partiniz ne düşünüyor?

Birleşmiş Milletler oluşumunun bugün geldiği noktada aslında Ortadoğu’daki ve dünyadaki temel toplumsal sorunları çözebilecek bir yerde durmuyor. Her şeyden önce emperyalizmin ve kapitalizmin hegemonyası içerisinde kurulmuş bir oluşum. Ve aslında emperyalist sistemin çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Dolayısıyla bugün Ortadoğu’da gelişen bir dizi olayın, Suriye’de ve Irak’ta yaşanan savaşın, IŞİD’in, El Nusra’nın bu kadar güçlenmesinde aslında BM’yi yöneten siyasi iradenin basiretsizliğidir, bunu böyle değerlendirmek lazım. Dolayısıyla konferansın İstanbul’da yapılması bir nevi AKP’nin Ortadoğu’daki politikalarının desteklenmesi anlamına gelmektedir. AKP’nin yaptığı baskıcı politikalara ve katliamlara meşruiyet kazandırmaktadırlar. Öte yandan, düşünün ki bir devlet kendi halkına yönelik katliamlar gerçekleştiriyor. Sivilleri sokak ortasında katlediyor. Cizre’de bunun en sert örneklerini yaşadık ama daha geçtiğimiz günlerde Gazi mahallesinde çocuğu ile beraber odasında oturan bir kadın, Pınar Gemsiz katledildi. Yani artık bu polis ve devlet şiddeti yaşamımızın her alanı ile ilişkin hale gelmiş durumda. Gazi mahallesinde de, İstanbulda da yaşanıyor ama Cizre bunu en ağır, en acımasız şekilde gördü. Bodrumlarda insanlar katledildi, diz çöktürmek istendi. Böylesi bir durumda BM’nin yaptığı bu uygulama bir ikiyüzlülük örneğidir. Emperyalist patronların çıkarı noktasına gelindiğinde, başkanlık sistemini kurmak isteyen faşizan irade ile uyum içerisinde olabileceğini gösteriyor. Bu açıdan, bu zirve protesto edilmeli ve bu zirveyi gerçekleştirenlerin bu çelişkili durumu işçi sınıfı ve emekçilere, halklara anlatılmalıdır.

5) Son olarak, Ortadoğu’da karmaşık bir süreç yaşanıyor. Bir yandan Mimbiç ve Cerablus operasyonları konuşulurken öte yandan Suriye’de devletin desteklediği Selefi çeteler Alevi katliamları gerçekleştiriyorlar. Bu süreci ve Türkiye’ye yansımalarını nasıl görüyorsunuz?

Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere baktığımızda çok ciddi bir çatışma var. Devrim ve karşı devrim güçlerinin yoğunluklu olarak çatıştığı bir süreçteyiz. Rojava’da oluşan bir demokratik halk iktidarı var. Demokratik özerkliğini ilan etmiş bir Kuzey Suriye Konfederasyonu var. Bu konfederasyon aslında Suriye halklarının, Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin ortak iradesiyle oluşmuş bir güç. Bir yanda ise AKP iktidarının da doğrudan desteklediği Selefi cinayet şebekeleri var. IŞİD var, El Nusra var; İslami Cephe var. Bizim destekleyeceğimiz cephe elbette emek ve demokrasiden yana olan demokratik Suriye güçleridir. Membiç’in, Cerablus’un bu selefi güçlerden kurtarılması aslında AKP-IŞİD ittifakının da Ortadoğu’da yenilmesi anlamına gelecektir. Bu bir açıdan da Türkiye’nin geleceği açısından da önemli bir yer tutmaktadır, bunu böyle okumak lazım. Suriye’de Alevi katliamı gerçekleşirken Türkiye’deki iktidar da boş durmamakta, Maraş’ta Alevilerin yaşam alanlarına Suriye’deki cihatçıları, Selefi nüfusun etki alanındaki güçleri yerleştirmeye çalışmakta. Kürdistan’da göç sebebiyle boşaltılan alanlara yine aynı şeyi yapmakta. Dolayısıyla, orada Alevilere yönelik bir katliam uygulanırken Türkiye’de bunun altyapısı örülmekte. Dolayısıyla Türkiye’de ve Ortadoğu’da bütünlüklü bir Sünni ekseni kurulmakta ve bu sünni ekseni aslında Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar çevresinde gelişmekte. Buna karşı mücadeleyi yükseltmek ile görevliyiz. Bu gidişata teslim olmayacağız. Alevi nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde, onlara karşı uygulanmaya çalışan asimilasyon ve baskı politikalarına karşı mücadeleyi yükselteceğiz. Türkiye’de Alevilerin sünni-selefi güçler tarafından tehdit edilmesi, emek ve demokrasi güçlerinin de tehdit edildiği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla buradaki direniş ile bir şekilde ilişkilenmek, işçi ve emekçilerin, kadınların mücadelesi ile birleştirmek ile görevliyiz.

kaynak UmutGazetesi http://umutgazetesi2.org/devrimci-parti-genel-baskani-ufuk-gollu-en-genis-anti-fasist-cepheyi-kurmakla-gorevliyiz/

Friday, May 20, 2016

HAZİRAN: DİKTATÖRLÜĞE HAYIR DEYİN, REDDEDİN!

Birleşik Haziran Hareketi, Meclis'te görüşülmekte olan dokunulmazlıkların kaldırılması teklifi ile ilgili olarak bir açıklama yayınladı. Oylamanın Saray'ın diktatörlük planı olduğunu söyleyen HAZİRAN, "diktatörlüğü reddedin" dedi.

Erdoğan'ın planları doğrultusunda Meclis'i feshedip başkanlık sistemine geçiş için atılacak bu adımı reddetmeye çağıran HAZİRAN'ın Meclis'e yaptığı çağrıda şu şu şekilde:


kaynak: http://ilerihaber.org/icerik/haziran-diktatorluge-hayir-deyin-reddedin-54701.html

Devrimci Parti: ‘İnsanlığı yok edenlere diz çökme, ayağa kalk!’

Devrimci Parti yayınladığı yazılı açıklama ile sözde İnsani Yardım Zirvesi’ni protesto etmeye çağırdı.

Devrimci Parti yayınladığı yazılı açıklama ile ‘Uluslararası İnsani Yardım Konferansı’nın Türkiye’de toplanmasına karar veren BM, aynı zamanda Cizre’de en az yüz sivilin Türk devleti tarafından yakılarak katledildiğine dair belgeler olduğunu açıklamış ve bunun tespiti için bir inceleme heyetini Türkiye’ye yollamaya karar almıştır. Türk devleti, uzun bir süredir yürüttüğü kanlı ve kuralsız savaşta kentleri bombalamakta, sivilleri katletmekte ve her çeşit savaş suçunu işlemektedir. Aynı zamanda, gazetecilerin, akademisyenlerin tutuklandığı ya da işten atıldığı, cezaevlerinde her çeşit hak ihlalinin yapıldığı bir ülke haline gelmiştir. Böylesi bir ülkede, İnsani Yardım Zirvesi toplamakla, Hitler Almanyası’ndan İnsan Hakları Konferansı toplamak arasında herhangi bir fark yoktur’ diyerek 23-24 Mayıs tarihlerinde gerçekleşecek zirveyi protesto etmeye çağırdı.

Açıklamanın tamamı şu şekilde;

Bilindiği üzere, 23-24 Mayıs 2016 tarihlerinde İstanbul’da Birleşmiş Milletler tarafından Dünya İnsani Yardım Zirvesi adı altında bir uluslararası toplantı düzenleneceği açıklanmıştır. Konferansın İstanbul’da düzenlenmesi kararı bizzat BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon tarafından uluslararası kamuoyuna açıklanmıştır. Düzenlenecek konferansın amacı küresel çapta yaşanılan insani krizlerde can kayıplarının önüne geçmek için çözüm yolları oluşturmak ve bu konuda çalışacak uluslararası işbirlikleri oluşturmaktır.

Birincisi gerçekleştirilecek olan ve böylesine insani bir amaç güttüğünü iddia eden toplantı hem katılımcılar hem de yapıldığı ülke açısından bir dizi çelişkiyi bağrında taşımaktadır. Dünyada yaşanmakta olan doğal ya da beşeri sebeplerden kaynaklı insani krizlerin temel sorumlusu bunlara karşı duyarlılık oluşturma iddiasında bulunan BM’nin ve konferansın asli unsuru olarak öne çıkan emperyalist devletlerdir. Doğanın yıkımının, sosyal çevrenin yaşanmaz hale getirilmesinin, açlık, yoksulluk, vakıf ve kamplarda çocuklara tecavüz edilmesi ve savaşlar nedeniyle insani yıkımların yaşanmasının temel müsebbibi bu devletlerdir. Aynı şekilde, toplantının Türkiye’de yapılmasına gerekçe gösterilen Suriyeli mülteci krizinin ortaya çıkmasında Suriye’deki rejimi değiştirmek amacıyla bu ülkedeki savaşı başlatan ve kışkırtan bu ülkeler sorumludur. Denilebilir ki, dünyayı yaşanmaz hale getirenler oturup bunun sorumluluğundan kurtulmanın yollarını tartışacaklar.
İkinci derin çelişki, konferansın toplandığı ülkenin kendisine dairdir. Türk devleti, gerek konferansın toplanmasına sebep olan Suriye savaşı ve mülteciler meselesindeki tutumu ve gerekse bizzat BM tarafından dile getirilen insan hakları ihlalleri ve işlediği savaş suçlarından sorumlu tutulmaktadır. Mülteci akımına yol açan Suriye iç savaşının temel kışkırtıcılarından birisi olan Türk devleti, aynı zamanda katliamcı Selefi çetelerle de bir dizi karanlık ilişki içindedir. Aynı devlet, Suriyeli mültecileri, mülteciler ve onların yaşadıkları ağır insani sorunlardan kaynaklanan büyük insanlık dramını, Avrupa’yla kurduğu ilişkilerde ve kendi işlediği suçların görmezden gelinmesinde bir şantaj malzemesi olarak kullanmaktadır. Mülteciler Türkiye’de misafir değil, yeri geldiğinde ölüme gönderilecek olan kozdur.

Uluslararası İnsani Yardım Konferansı’nın Türkiye’de toplanmasına karar veren BM, aynı zamanda Cizre’de en az yüz sivilin Türk devleti tarafından yakılarak katledildiğine dair belgeler olduğunu açıklamış ve bunun tespiti için bir inceleme heyetini Türkiye’ye yollamaya karar almıştır. Türk devleti, uzun bir süredir yürüttüğü kanlı ve kuralsız savaşta kentleri bombalamakta, sivilleri katletmekte ve her çeşit savaş suçunu işlemektedir. Aynı zamanda, gazetecilerin, akademisyenlerin tutuklandığı ya da işten atıldığı, cezaevlerinde her çeşit hak ihlalinin yapıldığı bir ülke haline gelmiştir. Böylesi bir ülkede, İnsani Yardım Zirvesi toplamakla, Hitler Almanyası’ndan İnsan Hakları Konferansı toplamak arasında herhangi bir fark yoktur. Konferansın Türkiye’de toplanması AKP hükümetinin politikalarının onaylanması anlamına gelecektir.

Devrimci Parti, uluslararası kamuoyunu, Türkiye’de toplanan bu konferansa katılmamaya; Türkiye devrimci güçlerini, ezilenleri, yok sayılanları insanlığı yok edenler karşısında diz çökmemeye, söz konusu konferansı protesto etmeye ve yaşanan katliamları, savaş suçlarını ve hak ihlallerinin teşhir etmeye, ayağa kalkmaya çağırıyor.

kaynak: http://umutgazetesi2.org/devrimci-parti-insanligi-yok-edenlere-diz-cokme-ayaga-kalk/

İstismarcıdan eşine: Dizilerde bile birden fazla eş var

Öğrencisine 5 yıl istismarda bulunan öğretmenin eşine 'Dizilerde bile birden fazla eş var, dinimizce de kabul olunan bir durum' dediği iddia edildi.

Manisa’nın Şehzadeler ilçesine bağlı Hasan Türek Anadolu Lisesinde Edebiyat Öğretmeni C.G. tarafından imam nikahı kıyılarak 5 yıl boyunca cinsel istismara uğrayan D.C’nin avukatı Özge Arslan, istismarcı öğretmenin eşine, “İzlediğin dizilerde bile birden fazla eş var, bizim dinimizce de kabul olunan bir durum” diyerek kendini meşrulaştırmaya çalıştığını iddia etti. Olayın ortaya çıkmasının ardından hakkında açılan idari soruşturma kapsamında okuldan uzaklaştırılan C.G’nin başka öğrencilere de cinsel istismarda bulunduğu öne sürüldü.

Avukat Özge Arslan yaptığı açıklamada delillerin toplanması için savcılıkla birlikte hareket ettiklerini söyledi.

Başka öğrenci velilerinin de C.G. ile ilgili şikayetçi olduğu gelen iddialar arasında yer alırken bununla ilgili de konuşan Arslan, “Cinsel istismarda somut delillerin her zaman bulunması mümkün olamayabiliyor. Başka öğrencilerin de bu istismarlara maruz kalması işin vahametini, ciddiyetini ortaya koyuyor. Bizim aldığımız haberlere göre şikayetçi olan veliler var. Bunların da takibini yaparak adli makamlara müracaatını sağlayacağız. Dosyalar böyle bir durumda birleştirilecektir diye düşünüyoruz” dedi.

Öğrencisine İmam Nikahı Kıydı, 5 Yıl İstismarda Bulundu haberi
http://ozgurhalkinsesi.blogspot.com/2016/05/ogrencisine-imam-nikah-kyd-5-yl.html

‘EN AĞIR CEZAYI ALMASI İÇİN ÇALIŞACAĞIZ’

Arslan, “Dosyamız soruşturma aşamasında, iddianame hazırlanıp dava açıldığı takdirde burada 15 yıla kadar suçun temel cezası var. Ancak burada eğitimci olması, bakım ve gözetim görevinin de olması ağırlaştırıcı sebep. Aynı zamanda şiddet durumu ve cinsel birliktelik de ağırlaştırıcı sebep. Bunun takdirini de yargılama sonucunda mahkeme verecek. Biz tabii ki en ağır cezayı alması için elimizden geleni yapacağız. Bu olaylarla ilgili yaratılan toplumsal tepki de etkili. Medyada yer alan haberler ve dizilerdeki bakış açıları da toplumdaki algıyı şekillendiriyor. Bizim dosyamızda görüyoruz ki şüpheli, eşine yönelik ‘İzlediğin dizilerde bile birden fazla eş var, bizim dinimizce de kabul olunan bir durum’ diyerek meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu noktada yaratılan kamuoyu baskısı önemli. Toplum hassasiyeti aynı zamanda yargının işleyişini de düzenlediği için, ne kadar çok gündeme gelirse o kadar bizler açısından önemli” dedi.


Olay, şimdi 19 yaşında olan D.C’nin 27 Nisan’da İzmir- Manisa kara yolu arasında Çiçekli Köy sapağında işkenceye uğraması ile ortaya çıkmıştı. Öğretmen hakkında savcılığa ve Milli Eğitim Bakanlığına suç duyurusunda bulunuldu. Bakanlık tarafından okula müfettiş atandı. C.G. okuldan uzaklaştırıldı, savcılık ise ifadesinin ardından serbest bıraktı.

Kaynak evrensel: http://www.evrensel.net//haber/280541/istismarcidan-esine-dizilerde-bile-birden-fazla-es-var

Wednesday, May 18, 2016

İÜ'de Mayıs ayı şehitleri anıldı

İstanbul Üniversitesi'nde Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer, Dörtler ve tüm Mayıs ayı şehitleri anıldı

İstanbul Üniversitesi'nde Mayıs ayı şehitleri anıldı. DGH'nin de örgütleyicisi olduğu anma Merkez Kampüs Havuzlu Bahçe'de saat 13.00'da başladı. "Çelik aldığı suyu unutmaz. Zaman devrime akıyor!" yazılı pankartın arkasında toplanan öğrenciler "Devrim şehitleri ölümsüzdür", " Devrimciler ölmez devrim davası yenilmezdir" sloganlarını attı.



Anma basın açıklamasıyla sona erdi. Basın metninde "Dünümüz , bugünümüz , yarınımız çelikten yoğruluyor. Yoldaşlarımız bu çeliğe su verdiler. Bu çelik de aldığı suyu unutmadı , unutmayacak" denildi.

kaynak HalkınGünlüğü http://halkingunlugu.net/index.php/gençlik/item/8191-iude-mayis-ayi-sehitleri-anildi.html

Öğrencisine imam nikâhı kıydı, 5 yıl istismarda bulundu

Edebiyat öğretmenliği yapan C.G’nin 14 yaşındaki öğrencisi D.C’ye kurmaca imam nikâhı kıyarak 5 yıl boyunca cinsel istismarda bulunduğu ortaya çıktı.

Manisa’nın Şehzadeler ilçesine bağlı Hasan Türek Anadolu Lisesi’nde Edebiyat öğretmenliği yapan C.G’nin 14 yaşındaki öğrencisi D.C’ye kurmaca imam nikâhı kıyarak 5 yıl boyunca cinsel istismarda bulunduğu ortaya çıktı. Olay, şimdi 19 yaşında olan, D.C’nin 27 Nisan’da İzmir- Manisa karayolu arasında Çiçekli Köy sapağında işkenceye uğraması ile ortaya çıktı. Öğretmen hakkında savcılığa ve Milli Eğitim Bakanlığı’na suç duyurusunda bulunuldu. Bakanlık tarafından okula müfettiş atandı. C.G. okuldan uzaklaştırıldı, savcılık ise ifadesinin ardından serbest bıraktı.


Evli ve bir çocuk babası olan C.G.(42)1997 doğumlu olan lise öğrencisi D.C ile 2012 yılında yakından iletişim kurmaya çalıştı. C.G. öğrencisine dini kitaplar hediye ederek dini cemaat evlerindeki sohbet ortamlarına yöneltti. Kısa bir süre sonra da aldığı kitaplar hakkında konuşmak istediğini belirterek D.C. ile okul dışında görüşmeye başladı.

OKUL İÇERİSİNDE CİNSEL ŞİDDET

Öğretmen C.G., bir süre sonra öğrencisine tacizde bulunmaya başladı. D.C. uzaklaşmak istediğinde ise  “Seni ve aileni öldürürüm. Kimse sana inanmaz. İsteyerek yanıma geldin. Ben zorlamadım. Seni mahvederim. Okul hayatını, sevdiklerini ve aileni yok ederim” gibi tehditlerde bulundu. D.C., korkudan olayı kimseye anlatamadı; 5 yıl boyunca okul içerisinde ve dışında cinsel şiddete ve işkenceye maruz kaldı.

KURMACA İMAM NİKAHI KIYDI

D.C., öğretmeni C.G tarafından cinsel şiddet görmeye lise birinci sınıfta başladı. C.G. , Yunusemre İlçesine bağlı Yağcılar Mahallesinde 2 şahit  ile 2012 yılında  henüz 14 yaşında olan  D.C.’ye imam olmaksızın kurmaca bir şekilde nikah kıydı. “Seninle imam nikahı kıyalım, eşimden boşandıktan sonra da evleniriz”  diyen C.G. kurmaca nikahın ardından “Artık Allah katında da benimsin. Nereye gidersen git, benden kurtulamazsın” diyerek baskı yaptı.

‘YAKALANIRSAK BİR YAKINININ T.C NUMARASINI SÖYLE’

C.G., cinsel ve fiziksel şiddete başladıktan sonra öğrencisi D.C. ile farklı kişiler üzerine aldığı sim kartlar üzerinden  iletişim kurdu; ulaşamadığını iddia ettiği  zamanlarda ise sınıfta ve okul içinde şiddete başvurdu. C.G. polise yakalandıklarında ise D.C’den 18 yaşını doldurmuş bir yakınının T.C numarasını ezberleyerek onu kullanmasını istedi.

YÜZÜNDE SİGARA SÖNDÜRDÜ, ELİNİ ÇÖP POŞETİYLE BAĞLADI

Hasan Türek Anadolu Lisesi’nden mezun olduktan sonra üniversiteyi kazanarak İstanbul’da hukuk okumaya başlayan D.C bu zaman içerisinde de tehdit ve şiddete maruz kaldı. Defalarca İstanbul’a giderek D.C. ile görüşmek ve birlikte olmak isteyen C.G cinsel şiddet ve işkencelerine devam etti. Son olarak 27 Nisan’da D.C’yi tehditle yanına çağırarak konuşmak istedi.  Araç ile D.C.’yi Çiçekli Köy sapağına götüren edebiyat öğretmeni C.G, burada işkenceye ve cinsel şiddete başvurdu.
C.G., şimdi 19 yaşında olan D.C’nin elleri, ayakları ve ağzını yanında getirdiği çöp poşetleri ile bağlayarak; yüzünde ve vücudunun birçok noktasında sigara söndürdü.

BAKANLIK SORUŞTURMA BAŞLATTI

Olayın detayları 27 Nisan’da İzmir- Manisa karayolu arasında Çiçekli Köy sapağında yaşanan işkencenin savcılığa bildirilmesi ile ortaya çıktı. D.C.’nin ailesi, detayları öğrendikten sonra BİMER üzerinden Milli Eğitim Bakanlığı’na öğretmen hakkında inceleme başlatılmasını istedi. Başvuru üzerine bakanlık tarafından okula gönderilen müfettişler edebiyat öğretmenini okuldan uzaklaştırdı.

SAVCILIK SERBEST BIRAKTI

D.C.’nin savcılığa başvurduğu dilekçesinde yer alan bilgilere göre işkenceden 2 gün sonra geçici tedbir kararı alındığı ortaya çıktı. Şikâyetin ardından ifadesi alınan C.G. serbest bırakıldı.

Ayrıca MEB’e yapılan şikâyette C.G.’nin meslekten men edilmesi, savcılıktan ise bilgisayar ve telefon gibi özel eşyalara el koyması istendi.

Kaynak Evrensel http://www.evrensel.net/haber/280347/ogrencisine-imam-nik-hi-kiydi-5-yil-istismarda-bulundu

Tuesday, May 17, 2016

Polisin katlettiği Gemsiz son yolculuğuna uğurlanıyor

Polis tarafından önceki akşam evinde katledilen Pınar Gemsiz son yolculuğuna uğurlanıyor.
Gemsiz'in evinin önünde toplanan kitle, sloganlarla Gazi Hastanesi'ne yürüdü. Yürüyüş sırasında sık sık "Dilek, Şirin, Pınar hesap sorulacak", "Katil polis hesap verecek" sloganı atıldı. Gemsiz'in cenazesini kadınlar omuzladı. Kitle ardından sloganlarla Zübeyde Hanım Cami'sine yürüdü.
Cenaze törenine HDP PM Üyesi Beycan Taşkıran ile HDP ve ESP Sultangazi İlçe Örgütü yöneticileri de katılırken, sıkça Kürtçe ağıtlar yükseldi.
Dini törenin ardından kitle, Gazi Mezarlığı'na yürüdü. Yürüyüş sırasında silahlı MLKP ve TKP/ML milisleri İsmetpaşa Caddesi üzerinde "Pınar Gemsiz'in hesabı sorulacak" yazılı pankart astı.
Gemsiz'in cenazesi, Gazi Mezarlığı'nda toprağa verilecek.
Kaynak: http://www.etha.com.tr/Haber/2016/05/17/guncel/polisin-katlettigi-gemsiz-son-yolculuguna-ugurlani/

Monday, May 9, 2016

HBDH Ali İsmail Korkmaz'ın katillerinin iş yerlerlerini kurşunlayarak, bombaladığını duyurdu

HBDH internet adresi üzerinden yaptığı açıklama ile Ali İsmail Korkmaz’ın katillerinin iş yerlerini kurşunlayarak, bombaladığını duyurdu.
Yapılan açıklamanın tamamı şu şekilde;
“Ali İsmail Korkmaz’ın katilleri İsmail Koyuncu, Ramazan Koyuncu ve Muhammet Vatansever’in Eskişehir İşyerleri 7.5.2016 tarihinde militanlarımız tarafından kurşunlanarak bombalanmıştır.”

“Haziran Ayaklanması işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin ezilenlerin ve halkların faşizme diz çökmeyeceğini göstermiştir. Başta faşist AKP olmak üzere düzen güçleri her türlü terör ve baskı yöntemlerini uygulayarak özgürlük, eşitlik, adalet talepleriyle büyüyen, güçlenen eylemleri bastırmaya, engellemeye çalışmıştır. Devlet güçleri ve ona bağlı çetelerin saldırıları sonucunda birçok insanımız katledilmiş ve yaralanmıştır. O günlerden günümüze AKP, IŞİD çeteleri ile kaynaşarak terör ve baskı uygulamalarını halklara, işçilere, ezilenlere karşı pervasızca arttırmakta ve başta Kürt halkına olmak üzere tüm ezilenlere yönelik kapsamlı bir katliam politikası uygulamaktadır.
AKP terör politikalarını sadece resmi faşist güçlerle değil sivil faşistlerle de uygulamaktadır. IŞİD ve benzeri faşist çeteler devlet tarafından kollanmakta ve korunmaktadır. Katiller faşist AKP’nin her tür desteği arkalarında olarak rahatlıkla halka karşı saldırılarını gerçekleştirmektedir. Gazeteciler mahkeme önlerinde, baro başkanları kent merkezlerinde polisin gözü önünde kiralık katillerin hedefi olmaktadır. Ali İsmail Korkmaz’ın Haziran Ayaklanması esnasında sivil faşistler ve polislerden oluşan bir çete tarafından katledilmesi faşist AKP’nin bu politikasının sonuçlarından biridir.
Artık bu çürüyen baskı, sömürü, katliam… düzeninin sonu gelmiştir. HBDH katillerin ve işbirlikçilerinin ensesindedir. Nereye saklanırsanız saklanının nereye kaçarsanız kaçın gerçekleştiriğiniz katliamların hesabını hepinizden tek tek soracağız.


Halklara ve halklarımıza her türlü faşizmi uygulayanları ezeceğiz ve yok edeceğiz. Faşizme karşı Türkiye gençliğini Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) Ortak Komutanlık Çatısı altında süren direniş mücadelesine katılmaya çağırıyoruz.

Bu kez Manisa: 20 çocuğa cinsel istismarda bulunan öğretmen tutuklandı

Manisa’da ilkokul öğretmeni Yakup K., 20 çocuğa cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklandı.

Evrensel’den Dilek Omaklılar’ın haberine göre Saruhanlı ilçesindeki Neval Yaralı Milli Egemenlik İlkokulu’nda sınıf öğretmeliği yapan ve Türk Eğitim Sen Saruhanlı Temsilciliği yaptığı belirtilen Yakup K., yaşları yedi-sekiz arasında değişen kız ve erkek çocuklara ders esnasında cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle geçen sene yarı yıl tatilinde tutuklandı.

Olay, 8’inci sınıfta okuyan bir öğrencinin başka bir öğretmenle okul kıyafeti üzerine tartışması ile ortaya çıktı. Öğrencinin öğretmene “Benim kılık kıyafetime bakacağınıza siz tacizci öğretmenlerinize bakın” demesi üzerine okulda soruşturma başlatıldı. Soruşturmada öğrencilerin yaklaşık beş yıl boyunca cinsel istismara uğradığı belirtildi.

Olayın ardından savcılık dosyada gizlilik kararı alırken, ailelerin de olayın ilçe dışında hiçbir yerde duyurulmamasını istediği öne sürüldü.

Bir öğrencinin babası: Başta olayın siyasi kumpas olduğunu düşündüm

İstismara uğrayan bir öğrencinin babası ise olayın basında yer almasını istemediğini belirterek, olayın önce ‘siyasi kumpas’ olduğunu düşündüğünü söyledi: “İlçemiz ve ailem için bu olayın basında yer almasını istemiyorum. İlk başlarda olayın siyasi bir kumpas olduğunu düşünsem de olay gerçek ama dava açılmadan ve gizlilik kararı Savcılık tarafından kaldırılmadan konuşmak istemiyorum.”

İlçe Milli Eğitim Müdürü: Olay doğru ancak konuşamam

Yakup K.’nin Saruhanlı ilçe temsilcisi olduğu Türk Eğitim-Sen konuyla ilgili açıklama yapmazken, İlçe Milli Eğitim Müdürü Recep Dernekbaş ise, “Olay doğru ancak konuşamam” demekle yetindi.

kaynak diken http://www.diken.com.tr/bu-kez-manisa-20-cocuga-cinsel-istismarda-bulunan-ogretmen-tutuklandi/

HBDH: Giresun’daki eylemi militanlarımız gerçekleştirdi

Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) Ortak Komutanlığı, Giresun’a bağlı Çaldağ beldesi Jandarma Karakoluna karşı gerçekleştirilen eylemi üstlendi.



HBDH açıklamasında, “Türkiye halklarının Önderlerinden Mahir, Hüseyin ve İbrahim yoldaşlar şahsında, Kürdistan halkının özgürlük mücadelesine kendini adayan Haki ve Kemallerle zirveleşen devrim mücadelesinde Mayıs ayı, şehadet gerçeği yüreklerde ve beyinlerde eşsiz bir anlama kavuşmuştur. Bu büyük önderlerin şahadet yıldönümleri anısına ve AKP’nin başta Sur, Cizre, Nusaybin, Gever ve Şırnak’ta Kürdistan halkına karşı işlediği suçlara misilleme amaçlı militanlarımız tarafından Giresun’da bir eylem gerçekleştirilmiştir. Bu eylem Deniz Gezmiş’lerin ve Azad Siser’lerin anısına gerçekleştirilmiştir” denildi.

HBDP evamla şunları belirtti:

“6 Mayıs günü öğleden sonra saat 16.30’da Giresun’a bağlı Çaldağ beldesi Jandarma Karakoluna karşı militanlarımız tarafından bir eylem düzenledi. Bu eylemde Karakol komutanı hedeflenmiş ve vurulmuştur. Yine Karakol nizamiyesi de vurulmuş ve burada 3 Jandarma öldürülmüştür. Birçok aracın darbelendiği eylemde Karakol Komutanı ağır yaralanmış ve ardından ölmüştür.

Halklara ve halklarımıza her türlü faşizmi uygulayan rejim ve ordusuna karşı bundan sonra eylemlerimiz her yerde gelişerek büyüyecektir. Bu faşizme karşı Türkiye gençliğini Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) Ortak Komutanlığı çatısı altında süren direniş mücadelesine katılmaya çağırıyoruz.”

kaynak http://www.hbdh-online.org/2016/05/08/hbdh-giresundaki-eylemi-militanlarimiz-gerceklestirdi/

Kalkan: Öz savunma süreci aşılmış, taktik saldırı sürecine girilmiştir

PKK Yürütme Kurulu Üyesi Duran Kalkan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a ‘rehine politikası’ uygulandığını belirtti. İmralı’da ne olup bittiğini hiç kimse tarafından bilinmediğini söyleyen Kalkan, ‘’Fakat İmralı’yı yönetenler bilsinler ki, sorumluluk omuzlarındadır. Yapacakları olumsuzlukların hesabını misliyle verirler. O nedenle de herkes ayağını denk atmalı, doğru tutum içinde olmalıdır’’ dedi.

AKP’nin Kürt halkının öz yönetim direnişlerine karşı yenildiğini vurgulayan Kalkan, gelinen aşamaya ilişkin önemli tespitlerde bulundu. Kalkan: Öz savunma süreci aşılmıştır. Şimdi taktik saldırı sürecindedirler. Aktif savunmaya geçiyoruz, diğeri salt savunmaydı. Ama artık taktik saldırı ile AKP’ye darbeler vurarak AKP faşizmini parçalayıp yenilgiye uğratma ve zafer kazanma dönemidir. Bu bakımdan öncelikle mutlaka taktik ve tarz değişimi yaratılmalıdır. Sadece hendek ve barikatlar arkasında direnme zafer kazandırmaz’’ tespitinde bulundu.

Devam eden savaş süreci konusunda içerden ve dışardan birçok çevreden kendilerine mesaj ulaştığını belirten Kalkan, ‘’Erdoğan’ın yerle yeksan olacaklar’’ açıklamasına cevaben, ‘’kimin yerle yeksan olacağını yakında göreceğiz’’ dedi.

Davutoğlu’nun görevden alınmasını da yorumlayan Kalkan, ‘’Düşen Davutoğlu değil, Erdoğan’dır. Davutoğlu 7 Haziranı göremeyecek dedik öyle oldu. Erdoğan ise 1 Kasımı göremeyecek. AKP, PKK karşısında başarısız olmuştur, içi kaynıyor ve dağılacaktır’’ dedi.

Dokunulmazlıkların kaldırılması girişimini de değerlendiren Kalkan, ‘HDP’nin sonuna kadar mecliste direnmesi gerektiğini’ belirtti.

Duran Kalkan, Kuzey Kürdistan’daki savaşı ve halk direnişini, uluslararası güçlerin yaklaşımı, dokunulmazlıkların kaldırılması, AKP'de yaşanan sorunları, Rojava ve Irak’taki gelişmeleri ANF’ye değerlendirdi.

Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’dan bir yıldan fazla bir süredir haber alınamıyor. Siz tecrit ve işkenceyi aşan bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Önder Abdullah Öcalan tutuklanmış ve yargılanmış bir konumda değil. Bilindiği gibi uluslararası bir komplo ile kaçırılıp İmralı’ya kondu. İmralı’da herhangi bir yasal durum, hukuki sistem işlememektedir. Bazen adına cezaevi deniliyor, bazen yüksek güvenlikli İmralı Cezaevi ismi kullanılıyor. Ama başka cezaevlerinde geçerli olan yasaların hiçbirisi İmralı’da geçmiyor. “İmralı için özel bir yasal düzenleme var” deniliyor. Fakat bu yasal düzenlemenin de ne olduğu bilinmiyor. Eğer yasal düzenleme ise hükümleri olmalı, herkes bu hükmü bilmeli ki, uygulanıp uygulanmadığını kontrol edilebilsin. Öyle bir düzenleme yoktur. Gizli olarak kendi aralarında bir sistem oluşturmuşlarsa bu ayrı bir meseledir. Bu bakımdan İmralı’daki duruma tecrit veya işkence denilemez. Tecridin de belli ölçüleri var. İşkence de bir insanlık suçudur, ama bir ceza olarak uygulanıyor.

İMRALI’DA REHİNE POLİTİKASI İZLENİYOR

İmralı’da olan, bütünüyle bir rehine politikasıdır. Zaten Önder Apo kaçırılmıştır. Kaçırılmak, rehine almak ile eşdeğer oluyor. Kaçırılıp zorla bir yerde tutulmaya rehinelik deniliyor. 18 yıldır Önder Apo’nun İmralı’daki duruşu ve konumu bu şekildedir. Başta da herhangi bir hukuki düzen, yasal sistem yoktu; şimdi de yok. Geçmişte de aylarca, yıllarca görüşme yaptırılmadı, hiçbir yasal ve hukuki hak tanınmadı. Bu da rehine politikasına uygun bir durumdur. Kaçırılıp bir yere konmuş ve zorla tutuluyor, bazı şartlar dayatılmış onların gerçekleştirilmesi isteniyor. Bu şartlar nedir? Bir yıl öncesinde Tayyip Erdoğan söylüyordu, sonrasında Ahmet Davutoğlu söyledi. Daha sonra öyle bir şey kalmamış diye Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu’nu azarladı. Tayyip Erdoğan, “ya baş eğecek, ya da baş verecek” dedi. Yani ya teslim olacak, dediğimizi yapacak, ya da artık yaşamayacak! Zaten İmralı’daki durumu bir yaşam olarak tanımlamak mümkün değildir. Önder Apo’ya hukuki ve yasal bir düzen uygulansaydı, zaten gerçekçi olmazdı. Çünkü o zaman sanki gerçekten suç işlemiş de tutuklanmış bir konuma gelirdi. Öyle bir konumu ve suçu yoktur. Suç dedikleri Kürt halkını bilinçlendirmesi ve örgütlemesi; Kürt halkının özgürlüğünü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini istemesi ve bunun için mücadele etmesidir. Bunun da demokrasi açısından, düşünsel ve siyasi bakımdan herhangi bir suç oluşturmadığı açıktır.

Şimdi Önder Apo’yu şiddet kullandığı için suçluyorlar. Halbuki en büyük şiddeti AKP hükümeti kullanıyor. İşte Cizre ve Sur gibi tarihi kentleri yakıp yıktılar. 1993-94’de dört bin Kürt köyünü yakıp yıktılar. Şimdiye kadar on binlerce gerillayı ve sivil insanı katlettiler. Dersim’de soykırım yaptılar, şimdi yıldönümüdür ve tartışılıyor. Daha doğrusu AKP hükümeti ve TC devleti, rehine yöntemini kullanıyor, her türlü şiddeti ve terörü kendi siyasi mücadelesinin aracı yaptığı gibi rehin almayı da bir yöntem olarak kullanıyor. Rehin alma insanlık suçudur, rehin alma tarzına terör ve şiddet deniliyor. En net terörist tanımı rehine politikası izleyenler için kullanılıyor.

KÜRT HALKINA SOYKIRIM POLİTİKASI UYGULANIYOR

Bu bakımdan Kürt halkına dayatılan soykırımın temel özelliklerini, İmralı’da Önder Apo’ya dönük uygulamalarda görüyoruz. Bu sadece Önder Apo’ya uygulanan bir durum da değildir. Kürt halkı üzerinde uygulanan soykırımın kendisidir. Topluma bu kadar katliam ve soykırım uygulayanlar, elbette onun bir üyesi ve önderine her türlü baskı ve işkenceyi uygularlar. Kendi dediklerini kabul ettirmek istiyorlar ve onu dayatıyorlar. Bunun öyle kabul edilecek, hukuk ve demokrasi ile bağdaşacak hiçbir yanı yoktur. İmralı’daki uygulamalar suç pratiğidir. Bu dünyada demokratik bir sistem olsa, AKP hükümetini ve TC devletini mutlaka uluslararası mahkemelerde yargılar. Fakat dünyada Kürt sorununa dönük böyle bir demokratik, siyasi yaklaşım yoktur. TC devleti de bunu biliyor ve kötüye kullanıyor.

Halk bu konuda duyarlı olmalı ve mücadele etmelidir. Önder Apo da “benim durumum, Kürt halkının durumudur, siyasi mücadelenin kendisidir” dedi. “Eğer dışarda özgürlük ve demokrasi mücadelesi etkili yürütülürse, ben de burada iyi olurum, bana iyi yansır; eğer iyi olmazsa bana kötü yansır” dedi. Bu bakımdan halk bilmeli ki, Önder Apo’nun özgürlüğünü istemek ve Önder Apo’yu savunmak demek, AKP’nin faşist ve soykırımcı politikalarına karşı Kürdistan’ın ve Kürt halkının özgürlüğü için daha aktif ve etkili mücadele etmek demektir. Bu bakımdan özgürlük ve demokratik hak mücadelesini yükseltmek gerekiyor. Bunu yükselterek Önder Apo’yu sahiplenmek ve savunmak gerekir. Başka türlü Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara ulaştırılması mümkün değildir.

İMRALI’DA NE OLUP BİTTİĞİNİ HİÇ KİMSE BİLMİYOR

İmralı’da bu durumu uygulayanlar için de şunları söyleyebiliriz: Önder Apo ile 5 yıldır avukatlar görüşemiyor, 13 aydır aile ve milletvekilleri, yani hiç kimse görüşemiyor. İmralı’da ne olup bittiğini hiç kimse bilmiyor. Fakat İmralı’yı yönetenler bilsinler ki, sorumluluk omuzlarındadır. Yapacakları olumsuzlukların hesabını misliyle verirler. O nedenle de herkes ayağını denk atmalı, doğru tutum içinde olmalıdır. Önder Apo’ya yaklaşımın Kürt halkının özgürlüğüne yaklaşım olduğunu, Türkiye’nin barışına ve demokrasisine yaklaşım olduğunu herkes bilmelidir. Bir kere daha bu vesileyle tekrarlamak istiyorum:

Bu ülkede bir Kürt-Türk barışı olacak ise, bunu sağlayacak tek kişi Önder Apo’dur. Önder Apo üzerindeki her türlü baskı, tecrit ve rehin politikası barış ve demokrasiye karşı saldırı demektir. O bakımdan da barış isteyenler, Türkiye’nin demokratikleşmesinden yana olanlar, barış ve demokrasi mücadelesini daha çok yükseltmeli ve bunu Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara ulaşması temelinde yapmalıdır. Kürt halkının özgürlüğünü istemek, Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara ulaşmasını istemek, Türkiye’de demokrat olmanın tek ölçütüdür. Demokratikliği buraya oturtmayanların demokratlığı hikayedir. Yoksa her faşist kendisi için demokrat diyor. En baskıcı diktatör bile kendini demokrat ilan ediyor, Tayyip Erdoğan’a sorsanız dünyanın en demokratı kendisidir. Türkiye demokrasisinin turnusol kağıdı Kürt sorunudur, Kürt halkının özgür olup olmama durumudur. Onun da özü Önder Apo’nun durumudur. Çünkü Kürt halkının iradesini ve özgürlüğünü temsil ediyor. Bu açıdan da barış ve demokrasi isteyen herkes, bunun Önder Apo ile gerçekleşebileceğini bilerek, İmralı’daki ağır tecrit, baskı ve rehine politikasına karşı bu temelde mücadele etmelidir. Eğer bu başarılamazsa hiç kimse Türkiye’de barış olur diye beklemesin.

Bazı aydın çevrelerin önemli çabaları var, onları selamlıyor ve başarılar diliyorum. Aydın olmanın verdiği tarihi görev ve misyonu yerine getirmeye çalışıyorlar. Türkiye’deki akademisyenlerin de bu düzeyde hareket etmeleri gerekmektedir. “Suça ortak olmamak” yetmiyor, suçu ortadan kaldırmak için çalışmak ve mücadele etmek lazım. Asıl suç İmralı’da uygulanan rehine politikasıdır. Türkiye bu rehine politikasından kurtulmadıkça, ne barış ve demokrasi olur, ne de sorunlarını çözebilir. Herkesi bunu böyle bilmeli, İmralı işkence ve baskı sistemine karşı tutum ve tavır almayı bu temelde geliştirmelidir.

Botan’dan Amed’e kadar devam eden özyönetim direnişleri gündem belirlemeye devam ediyor. Siz gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Demokratik özyönetim direnişlerinin önemli bir aşamaya geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Son 9 aydır gündemi belirleyen, başta Silopi, Cizre ve Sur olmak üzere Kuzey Kürdistan’ın kentlerinde Kürt gençliğinin, kadınlarının, halkının geliştirdiği özyönetim direnişleri ve mücadeleleri oldu. Öz savunma temelinde bu mücadeleyi yiğitçe ve kahramanca geliştirdiler. AKP faşizminin bütün hesaplarını, planlarını ve oyunlarını bozdular. Onlara göre Kürtler teslim olacaktı, sınır kentlerini boşaltacaklardı, Kürdistan’daki demografiyi değiştireceklerdi, kısaca Kürt soykırımını gerçekleştireceklerdi. Çöktürme Eylem Planı’nın esası olarak da bunu içerdiği net olarak ortaya çıktı. Ama tarihi Cizre ve Sur direnişleri, AKP’nin bu oyunlarını kökünden bozdu, başarısız kıldı, işlemez hale getirdi. Tabi acısı büyük oldu, bedeli ağır oldu. Ben bir kere daha kahraman şehitlerimizi Mehmet Tunç ve Pakize Nayır şahsında minnet ve saygı ile anıyorum. Anılarına bağlılık ve amaçlarını gerçekleştirme sözümüzü yineliyorum. Onların şahsında Cizre ve Sur şehitlerinin, tarih boyunca gurur duyulacak bir mertebeye ulaştıklarını rahatlıkla belirtebiliriz.

DİRENİŞ FAŞİZMİN OYUNLARINI BOZDU

En zor olanı yaptılar ve başardılar. Tayyip Erdoğan’ın ve AKP yönetiminin aklının ucundan geçirmediği, olacağına ihtimal bile vermediği tarihi kahramanlık direnişi ile faşizmin bütün oyunlarını bozdular. Demokrasinin, Kürt özgürlüğünün en büyük ve değerli savunucuları oldular. Şimdiye kadar saldırgan AKP faşizmiydi. Bu süreci 24 Temmuz topyekûn soykırım saldırıları ile AKP başlattı. Kış boyunca tüm orduyu, polisi, kontrgerillayı harekete geçirerek ve devletin tüm imkanlarını seferber ederek, her türlü aracı ve yöntemi kullanarak Kürt halkının iradesini kırmak, kendi deyimleriyle “diz çöktürmek” istediler. Fakat başta Cizre ve Sur olmak üzere tüm Kürt halkı kahramanca direndi. Mehmet Tunç’un dediği gibi diz çökmedi. Tersine insanlık tarihi var oldukça, gurur duyulacak büyük bir direnme mirası ortaya çıkardı.

İmkanları azdı, hazırlıkları yetersizdi, tecrübeleri yoktu. Gerilla savaşa giremedi. Halk baskı, şiddet ve terör ile yerinden edildi; demokratik siyaset yürütmelerine, miting ve protesto geliştirmelerine, taleplerini dünyaya duyurmalarına izin verilmedi. Geriye sadece şehirlerdeki öz savunma gücü kaldı. Botanlar, Harunlar, Erişler, Gelhatlar, Newaller ve Berjinler’in öncülüğünde, Kürt gençliği gerçekten de destan yazdı. Kürt halkının öz savunması olarak YPS ve YPS-JIN önemli bir çıkış yaptı. Direniş geliştirdi, kendini Kürt halkına kabul ettirdi.

AKP FAŞİZMİ BAŞARISIZ KALMIŞTIR

AKP faşizmi ise en güçlü olduğu zamanda, tüm imkanlarını seferber etmesine rağmen başarısız kalmıştır. Şimdi ise koşullar değişti. Artık Kürtlerin imkanları daha çoktur. Bahara çıkış ile birlikte zafer kazanacak bir imkana sahip olması ve böyle bir çizgiyi ortaya çıkarması söz konusudur. Şimdi bu çizgiyi imkanlar dahilinde harekete geçirme aşamasındayız. Artık sadece şehir direnişleri ile sınırlı kalmayacak, dağda, ovada ve şehirde mücadele sürecek. Sadece öz savunma direnişi olmayacak, gerilla, halk, demokratik siyaset, uluslararası demokratik kamuoyu, Türkiye demokratik güçleri birlikte direnecekler. Demokratik özyönetim direnişleri, faşizme karşı topyekûn bir direnişe geçerek zafer kazanma aşamasına gelmiştir. Artık tek cephede direnme dönemi geçmiştir. Demokratik Özerklik mücadelesi bütün alanlarda topyekûn direniş aşamasına giriyor. Artık sadece saldırılar karşısında kendini savunan olmaktan çıkıyor, taktik saldırı konumuna geçiyor. Bir alandaki mücadele olmaktan, her alandaki mücadele olmaya geçiyor. Gerilla, öz savunma, serhildan ve demokratik siyaset hepsi birleşerek faşizmin saldırganlığını durdurmak ve faşist diktatörlüğü yıkmak üzere büyük bir mücadele gücü haline geliyor. AKP faşizmi ne yaparsa yapsın, bu aşamayı başarıyla gerçekleştirmeyi ve demokratik özerklik devriminin büyük bir hamle yaparak kazanmasını kesinlikle engelleyemeyecektir.

ZAFER HAMLESİ YAKINDIR

Bu bakımdan demokratik özyönetim mücadeleleri, zafer hamlesini geliştirme sürecindedirler. Çok gecikmeden bu hamle mutlaka geliştirilecek ve AKP faşizmi çökertilerek, Kürdistan’daki demokratik özerklik devrimi zafere taşınacaktır. Demokratik Türkiye ve özgür Kürdistan hedefine bu temelde ulaşılacaktır.

CİDDİ TAKTİK DEĞİŞİME İHTİYAÇ VAR

Bu sürecin genel bir muhasebesini yaptığınızda, devlet terörüne karşı Kürt kurumları ve temel dinamiklerinin nasıl bir mücadele formasyonu yakalaması gerektiğini düşünüyorsunuz? Halk direnişlerine nasıl bir ivme kazandırılmalıdır?

Ciddi bir taktik değişime ihtiyaç var. Kuşkusuz kış boyu her türlü saldırıyı yapan faşist AKP diktatörlüğüydü. Kürt gençlerinin, kız ve oğullarının ellerinde sopalarla, çakaralmaz tüfeklerle sokak ve mahallelerde kazdıkları hendekler ve kurdukları barikatlar arkasında kendilerini savunmaya çalışmaktan başka çareleri yoktu. Bunun böyle gerçekleşebileceğine hiç kimse ihtimal vermiyordu, inanılmıyordu. En başta AKP beklemiyordu. Hiç kimsenin ihtimal vermediği ve beklemediğini Kürt gençliği başardı.

Bu durumda, o savunma süreci aşılmıştır. Şimdi taktik saldırı sürecindedirler. Aktif savunmaya geçiyoruz, diğeri salt savunmaydı. Ama artık taktik saldırı ile AKP’ye darbeler vurarak AKP faşizmini parçalayıp yenilgiye uğratma ve zafer kazanma dönemidir. Bu bakımdan öncelikle mutlaka taktik ve tarz değişimi yaratılmalıdır. Sadece hendek ve barikatlar arkasında direnme zafer kazandırmaz. Böyle bir direniş ile düşmanın başarısı önlenebilir. Nitekim Cizre ve Sur direnişleri, AKP faşizminin imha ve tasfiye planlarını boşa çıkardı, yenilgiye uğrattı.

AKP YERLE YEKSAN EDİLECEKTİR

Bütün AKP faşizmini Kürdistan’da yerle bir edip zafer kazanmak gerekiyor. Tayyip Erdoğan, “yerle yeksan olacaklar” dedi. Şimdi AKP yerle yeksan edilecektir. “Kazdıkları hendeklere gömülecekler” dediler. Kimin o hendeklere gömüleceği yakında görülecektir. Bu biçimde mücadele ederek, bütün direnişçi güçlerinin darbe vuracak aktif mücadele konumuna geçmesi gerekiyor. Aktif mücadele konumuna geçmek, düşmanın saldırmasını beklememek demektir. Faşizmin saldırısını beklemeden, tüm varlığına ve kurumalarına taktik saldırılar ile darbe vurup onları işlemez kılmak ve yok etmek demektir. Bu bakımdan da bu kadar saldırının örgütleyicisi, yürütücüsü ve suçlusu olan AKP’nin artık Kürdistan’da varlığının kalmaması gerekiyor. Kürdistan’da AKP’nin adı bile söylenememeli. Yine Kürt halkının özgürlüğüne karşı çıkan tüm özel savaş kurum ve kuvvetlerine karşı direniş en üst düzeyde geliştirilmelidir.

Birçok kez belirttik, biz eskisi gibi savaşmak ve mücadele etmek istemiyorduk. Örneğin, operasyona çıkmayan, bizim ile savaşmayan askeri güçler ile çatışmak istemiyorduk. Sınır kuvvetleri ile vuruşmak istemiyorduk. Bu paradigmamızın, çözüm siyasetimizin bir gereğiydi. Bu yönlü güçlerimizi eğittik, bu temelde çağrılar yaptık. Fakat mevcut Genelkurmay bunu dinlemedi, buna uymadı. 24 saat sınır karakollarını, Medya Savunma Alanlarına dönük saldırı üssü haline getirdi. Orduyu her tarafta saldırıya geçirdi, 14 Aralıktan itibaren tankları Kürt kentlerinin sokaklarına sürdü. Kürt halkına dönük katliamları bizzat Genelkurmay ve onların yönlendirdiği güçler yürüttüler. Bunları gözlerimizle gördük.

ORDU TÜM GÜÇLERİNİ SAVAŞA KATTI

Mevcut Genelkurmay Başkanı, Şırnak’a ve Amed’e gitti. Ordunun tüm güçlerini savaşa kattı. Kaldı ki deniz kuvvetlerini bile Şırnak’a götürüp savaşa sürecek kadar seferberlik ilan etti. Böyle bir durumda bize saldırana biz de saldırırız, hedefimiz olur. O bakımdan doğru bir tutum takınan, Kürt halkının özgürce ve demokratik özerklik temelinde yaşamasına karışmayan, engel olmayan güçlere karşı bizim de diyeceğimiz bir şey yoktur. Fakat sömürgeciliği ve soykırımı temsil eden, Kürdistan’ı işgal eden, ya “baş eğecekler, ya baş verecekler” diyerek tarihin en vahşi, en alçakça saldırılarını yürüten güçlere karşı da Kürt halkı, özgürlük ve demokrasi güçleri son nefeslerine kadar direneceklerdir.

Direnişten başka çare yoktur, kazandıranın direniş olduğunu, en son geçtiğimiz kış sürecinde Cizre ve Sur direnişleriyle gördük. Bu bakımdan birincisi, mücadelede bir değişiklik yapmak gerekiyor. İkincisi, mücadeleyi hızlandırmak gerekiyor. Mücadeleyi her alana yayarak ve yoğunlaştırarak zafere taşımak gerekiyor. Tüm kurum ve kuruluşlar, tüm halk bu temelde mücadeleyi yükseltmek durumundadır.

Özgürlük mücadelesi ve siyaseti, fırsatları doğru bir biçimde kullanabilmektir. Beklemeden, ertelemeden gerekeni yapmak lazımdır. Kürt halkı sabırlı bir halk, kendisine saldırılırsa kahramanca direniyor, direnişte üzerine yoktur. Şairin dediği gibi “teke tek dövüşte yenilmediler.” Fakat sömürgeciler işgal etmiş, yönetimi elde tutuyorlar, her türlü baskıyı, terörü ve egemenliği toplum üzerinde uyguluyor. Ama onu ortadan kaldırıp demokratik bir sitem kurmak gerekli oldu mu, böyle bir saldırı savaşı yürütmekte ve taktik hamleler yapmakta zayıf kalıyor. Zorlanıyor, düşmanın üzerine gitmiyor. Öyle olunca da fethedici ve kazanımcı bir mücadele kesinlikle yürütülemiyor. Bu durumu, anlayışı ve ruh halini kesinlikle aşmak, dönemin sunduğu fırsatları değerlendirmek üzere direnişin temposunu en üst düzeye yükseltmek lazımdır.

DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI

Kürdistan’daki direnişe karşı AKP hükümeti, HDP’lilerin dokunulmazlıklarını kaldırmak istiyor. Erdoğan bu konuda baskı kuruyor. CHP ve MHP de buna destek vereceklerini açıkladılar. HDP’lilerin tutuklanması ile siyasete nasıl bir dizayn verilmek isteniyor?

Baştan şunu belirlemek lazım; Türkiye’de siyaset kurumu işlemiyor. Siyaset sorunları çözmüyor. Zaten bunu 24 Temmuz saldırıları ile gördük. Tayyip Erdoğan, 7 Haziran seçimlerinin ortaya çıkardığı sonucu feshederek, siyaset kurumunu iflasa götürdü. Böylece tek kişi diktatörlüğünü yaratmak istedi ve fiili olarak gerçekleştirdi. Buna rağmen hesapladıkları gibi olmadı. 1 Kasım seçimlerinde HDP’nin baraj altında kalmasını ve siyaset yapan kimsenin kalmamasını umut ediyorlardı. Meclisi faşist diktatörlüğün onay merci olarak istediği gibi kullanabileceklerini sanıyorlardı. Bu gerçekleşmedi. 1 Kasımda da seçim çalışması yürütememiş, dolayısıyla oy oranında kısmi bir azalma olsa da HDP yine barajı aşmayı ve meclise girmeyi başardı. Dolayısıyla HDP’nin meclise girmesi yok edilmek istenen siyaset kurumunu eğreti biçiminde de olsa işlevsel kıldı.

HDP’DEN KURTULMAK İSTİYORLAR!

HDP, AKP faşizmini meclis kürsüsünden teşhir eden, bu konuda Türkiye halklarını bilinçlendiren bir propaganda çalışması yürütme imkanı buldu. Tayyip Erdoğan ve AKP bundan korkuyor. Maskeleri düşüyor, gerçek yüzleri açığa çıkıyor. Tüm medyayı elinde tutmuşlar, toplumu kandırmaya çalışıyorlar. Onun için kendine biat etmeyen, diz çökmeyen medyayı susturmaya, gazetecileri yargılamaya ve tutuklamaya, gazete ve televizyonları kapatmaya çalışıyorlar. Bunları yapsalar da meclisteki HDP’nin varlığı, gerçekleri meclis üzerinden topluma taşırıyor. Bu da AKP’nin oyunlarını bozuyor, maskesini düşürüyor. Buna tahammül edemiyorlar ve buradan kurtulmak istiyorlar. Aslında dokunulmazlıkları kaldırma istemi, böyle bir meseledir.

HDP’nin meclisten atılması ve meclisin bir siyaset kurumu olmaktan çıkarılması, işlevsiz hale getirilmesi düşünülüyor. Tayyip Erdoğan fiilen meclisi feshetmek istiyor. Meclisin resmi olarak kalmasını, kendi dikte ettirdiklerine yasal kılıf uydurmasını, ama herhangi bir denetim gücü olmamasını istiyor. Tayyip Erdoğan’ı teşhir eden herhangi bir görüş, sesin meclisten çıkmamasını istiyor. Dokunulmazlık meselesi budur.

HDP bu konuda belli bir direnç gösterince, eşkıya gibi saldırdılar. Neredeyse zorla atacaklar. Meclise babalarının malı gibi yaklaşıyorlar ve HDP’yi de yabancı görüyorlar. Bir de Tayyip Erdoğan sıkışınca ikide bir, “ben seçimle geldim” diyor ve seçilenlerin hakkından söz ediyor. O zaman HDP’liler seçilmedi mi? Kürdistan’daki DBP’li belediye eşbaşkanları seçilmediler mi? En son Ahmet Davutoğlu da sözde seçim ile gelmedi mi? Seçilmişleri bir çırpıda yıkıyor, seçim sadece Tayyip Erdoğan için işliyor. Seçimin yarattığı meşruiyeti sadece kendisi için görüyor. Diğerlerini seçim saymıyor, seçilmiş kabul etmiyor. Faşist, tekçi zihniyet budur.

HDP’NİN MECLİSTEN ATILMASI HER ŞEYİN SAVAŞA İNDİRGENMESİDİR

HDP’lilerin meclisten atılması, tutuklanmaları vb. her şey faşist saldırılardır. Siyaset kurumunun hiçbir biçimde işleyemez, AKP diktatörlüğünü denetleyemez bir konuma getirilmesidir. Zaten bulunmayan siyaset yapma koşullarının tümden yok edilmesi, her şeyin savaşa indirgenmesidir. Bu bakımdan dokunulmazlığın kaldırılması bir savaş, saldırı demektir. HDP’li vekillerin, milletvekilliklerinin düşürülmesi bir savaş gerekçesidir. Tutuklanmaları savaştır, siyasetin bitirilmesi ve tek çizgi olarak savaşın bırakılmasıdır. Bu nedenle de buna karşı başta HDP’nin kendisi, herkes direnmek zorundadır. Tüm devrimci demokratik kesimler, bu faşist saldırganlığa karşı güçlerini tümden seferber ederek direnmelidir. Demokratik siyaset temelinde direnilmeli, her türlü meşru yol ve yöntemler ile direnilmeli. Faşizme karşı direnişte tüm mevziler sonuna kadar kullanılmalıdır. Asla hiçbir mevzi tam kullanılmadan bırakılmamalıdır, geri çekilmemelidir.

Bu direnişi halk başlattı, daha da geliştirmek gerekiyor. Dokunulmazlıklar kalkar ve HDP’li vekiller mahkemeye götürülür ve tutuklanmak istenirse de halk “irademe dokunma” diyerek kapsamlı ve etkili bir direniş içerisine girebilmelidir.

Meclisi demokratik siyasete inanan herkes savunmalı, korumalıdır. 23 Nisan 1923 de kurulan meclisin içinde en çok Kürtler vardı. Bu meclis Sivas ve Erzurum’da Kürtlerin çoğunluk ile katıldığı kongreler ile oluştu. Dolayısıyla bu meclisin kuruluşunda halkın, Kürtlerin iradesi var. Daha sonra faşist diktatörlük tümüyle ele geçiriyor. Onlara bu fırsat verilmemelidir. 1920’de kurulmuş meclisteki toplumun iradesini korumak için sonuna kadar direnmek gerekiyor. Bu konuda herkesin duyarlı olması önem taşıyor.  

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genelkurmay’dan aldığı brifingden sonra dokunulmazlıklar için evet dediği söyleniyor. Kendisi de bunu yalanlamadı. Bu durumda HDP’nin tasfiye edilmesini bir devlet projesi olarak mı kabul etmek gerekiyor?

Ankara’daki meclis devletin meclisi değildi. İçinde askeri güçler ve devlete dayanan güçler de olsa toplumun da katılımıyla kurulmuş bir meclisti. Orada Kürtlerin iradesi de var. Bu nedenle meclisi tümden devletin ve devlet iradesi olarak görmek doğru değildir. Faşist askeri darbeler ve diktatörlükler bunu sağlamaya çalışıyorlar. Tümüyle diktatörlüğün aracı haline getirmek istiyorlar. Bu saldırı ve istek ayrı bir konudur. Ama meclis gerçeğinin kuruluş ve şekilleniş tarzı daha farklıdır. Diğer yandan CHP, her zaman AKP’ye koltuk değneği oldu. Ortada fiili bir AKP-MHP iktidarı var, yöneten güç Devlet Bahçeli’dir. Bu anlaşılır bir durumdur. AKP, MHP’lileşti; MHP de AKP’ye destek vererek iktidar olmasını sağladı. Peki CHP’ye ne oluyor? CHP ise kraldan, daha kralcıdır. Tam bir faşizmin koltuk değnekçisi durumundadır. Bu bakımdan CHP içindeki sosyal demokrat, ilerici çevreler bu gerçeği görmeliler. İzlenen bu politika ile faşizme karşı mücadele değil, faşizme destek durumu yaşanır. Faşizm yarın tüm gücüyle CHP’ye saldırdığında ortada CHP’yi destekleyecek kimse kalmaz.

ORTADA BİR ÇETE YÖNETİMİ VAR

Genelkurmay Başkanı ile görüşmenin ardından CHP’nin bunu kabul ettiği belirtiliyor. Ne kadar bu şekilde gerçekleşti, bilemiyorum. Bunun ne kadar bütünlüklü bir devlet politikası olduğu konusunda da tartışmak gerektiği düşüncesindeyim. Yani şuan devlet nedir, kimdir, devlette bir bütünlük var mı? Bunlar tartışılacak konulardır. Genelkurmay Başkanı, ordunun ve bürokrasinin bir kesimi Tayyip Erdoğan etrafında toplanmışlar, bir siyasi oligarşi ortaya çıkarılmış durumdadır. Faşist oligarşi sistemi oluşturulmuş. Bir avuç kişi, çeşitli alanlarda egemenlik kurmuş. Ortada bir çete yönetimi var. Ama devletin birçok kesimi ve tabanının aynı biçimde katılım gösterdiklerini, izlenen bu siyasetleri desteklediklerini sanmıyoruz. O nedenle bugün devleti ele geçirmiş olan faşist çetenin projesidir. Sadece AKP ve Tayyip Erdoğan’ın yaptığını düşünmemek lazımdır. Zaten AKP buna inanmıyor. AKP çok menfaatçi, çıkarcı, pragmatist bir topluluk oluyor. Çıkar nedeniyle bu politikaların peşinden gidiyorlar, yoksa bu politikalara inandıkları kesinlikle söylenemez.

Diğer yandan devlet için de aynı durum geçerlidir. Devlet adına iktidarı en üstte elde tutanlar, belirleyici oluyorlar. Bu düzeyde merkezi bir duruş var. Çöktürme eylem planını hazırlayan güçler bunlardır. Faşist oligarşi bunlar oluyor. Topyekûn özel savaş konseptini ortaya koyan, 24 Temmuz saldırılarını başlatıp geliştiren ve bugün de sürdürmek isteyen güçlerdir bunlar. Kılıçdaroğlu’nu da ikna edebilirler. HDP’nin meclisten atılmaya çalışılması da, bu Çökertme Eylem Planı’nın bir parçasıdır. Bunlara derin devlet deniliyor, ama devletin köşe başlarını tutmuş oligarşik çeteler olarak tanımlamak daha doğrudur. Öyle bir güç var ve bu siyaseti belirliyorlar. Söz konusu HDP’ye saldırıları da bu gücün yürüttüğü görüşü, doğru bir görüştür.

Bir veya birkaç HDP’li milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılırsa, buna karşı tepki nasıl olmalıdır? Zira HDP’nin meclisi terk edip etmemesi şimdiden halk nezdinde tartışılıyor. Sizce HDP bunu yaparsa HDP’nin oyununa gelmiş olmaz mı?

TOPLUM İRADESİNE SAHİP ÇIKMALI

Sadece dokunulmazlık kaldırılır veya tutuklandıklarında değil, mevcut dokunulmazlıkların tartışılır hale getirilmesinde de halk tepki göstermelidir. Çünkü milletvekillerini halk seçti, halkın temsilcileri konumundalar. Milletvekilleri bunu bilerek hareket etmeliler, toplum da iradelerine sahip çıkmalıdır. Bunun için de aktif, etkili bir“irademe dokunma” kampanyası yürütülmeli. Fakat bu irade yeterli düzeyde temsil de edilmedi. Temsiliyet verilen, irade olarak seçilen kişiler, vekili oldukları halkın görüşünü ve iradesini her koşulda temsil etmeliler. Mücadeleyi her fırsatta yürütmeliler. Bunun bedeli ne olursa olsun, göze almalılar. Çünkü halk iradesi haline gelmişler, görev ve sorumluluk üstlenmişler. Elbette bu görev ve sorumluluğun gereklerini yerine getirecekler.

FAŞİZM KARŞISINDA GERİ ÇEKİLME OLMAZ

Diğer yandan faşizm karşısında geri çekilme olmaz. Siyaset işlemiyor ki sen geri çekilerek siyaset yapasın. Faşizm zaten saldırıyor, seni yok etmek istiyor. Ancak direnilerek, aktif mücadele çizgisinde savaşılarak faşizm yenilgiye uğratılabilir ve mücadele zafere taşınabilir.

Bazı çağrılar var: “HDP mecliste istenmiyorsa, gelip Amed’de meclis kurmalı” deniliyor. Bu iyi bir duygu, ama siyaseten doğru değildir. Hem Amed’de Kürtlerin iradesini temsil eden demokrasi meclisi kurulabilir, hem de Kürtler Ankara’daki mecliste iradelerini temsil etmeliler. Ankara’daki tüm milletvekilleri, Kürtlerin iradelerini temsil etmek için mücadele etmeliler. Oradan baskıyla atılmaya çalışıldığı zaman, “başka bir yere meclis kurmaya gidelim” demenin bir anlamı olmaz. Eğer orda bulunmak gerekmiyorduysa neden gittiler, yok eğer gitmek gerekliydiyse o zaman sonuna kadar mücadele etmeyi bilmeliler, mevziiyi bırakmamalılar. AKP istediği kadar atmaya çalışsın iradelerini savunmak ve meclisi halk iradesi haline getirmek için sonuna kadar direnmeliler. Saldırıp direnişlerini kırmak isteyebilirler, ama direnmek konumunda olmak doğru olandır. O meclis AKP’nin babasının malı değil. Devletin de bir kurumu değildir, devletten önce kuruldu. Osmanlı yıkılmıştı ve TC denen devlet de yoktu, meclis o zaman kuruldu. Meclisin Kürdistan’daki halkın ve aydınların desteği ile kurulduğunu herkes biliyor. O halde kuruluş felsefesi ve ilkelerine sahip çıkmak ve öyle bir çizgiye çekmek için mücadele etmek, direnmek gerekiyor. Geri çekilme, faşizm karşısında doğru bir siyaset değildir. Bu, pasifizme ve başarısızlığa götürür.

Vekiller çekileceğine, halk meclisi doldursa, seçtiği vekiline-iradesine mecliste sahip çıksa, burada “irademe dokunmayın” dese daha doğru olur. Vekiller ile halk birleşerek, milletin iradesine millet el koysa daha doğru olur. El koymak için de mücadele etmek gerekir. Diğer geri çekilmeci tutumlar doğru değildir. Bu tutumlar faşizme karşı mücadeleyi geliştirmez, direnişi büyütmez. Faşizmi zayıflatmaz, tam tersine faşist saldırganlığın önünü daha çok açar ve gelişmesine destek vermiş olur.

HDP’nin Meclisten atılması sizin ‘Demokratik Türkiye, Özerk Kürdistan’ projenize nasıl bir etki yapacaktır?

KÜRTLERE SİYASET YOLU KAPALIDIR

Mevcut haliyle Kürtlere siyaset yolu açık değil, tümden kapalıdır. HDP bir Kürt partisi değildir. Türkiye genelinde mevcut yasalar temelinde örgütlenmiş bir partidir. Kürtlere siyaset yolunun açık olması için, örneğin PKK’nin yasal ve resmi siyaset yapabilmesi, açık bir şekilde örgütleme yapabilmesi gerekir. Böyle bir ortam var mı? Mevcut sistem PKK’yi içine alabilecek kadar açılıp genişleyebiliyor mu? Mümkün değildir. O halde Kürtlere siyaset yapma imkanı zaten yok. 12 Eylül faşist sistemine karşı 15 Ağustos Gerilla Atılımı temelinde yürütülen mücadele, 1990’larda demokratik siyasetin önünü kısmen açtı. 25 yıldır bu temelde siyaset yürütülüyor. Türkiye’de demokratik siyasetin işlemesini ifade ediyor. Yoksa Kürtlerin az da olsa siyaset yapabilmeleri anlamına gelmiyor. Kürt adı ve kimliği kullanılamıyor, Kürtçe konuşulamıyor, Kürtçe örgütlenemiyor, Kürtçe siyaset dili değildir. İstek, talep ve yaşam arzularını bir yana bırakalım, bir defa Kürtçe konuşulamıyor. Bu nedenle zaten böyle bir durum yok. Kısmi olarak demokratik siyasetin önü açılmış, Tayyip Erdoğan ve AKP faşizmi onu da yok etmek için dört koldan saldırıyor. Ancak büyük bir direniş ile kısmi düzeyde de olsa demokratik siyaset ayakta tutuluyor. Siyaset ise onun dışında, halkın meşru direnişiyle işliyor, gerillaya kadar varan devrimci demokratik eylemlilik ile gelişiyor.

DEMOKRATİK SİYASETİN YOLU AÇILSAYDI ŞİDDETE BAŞVURULMAZDI

PKK her zaman demokratik siyasetten yana oldu. Demokratik siyasetin önü açılsaydı, belki hiçbir zaman şiddete başvurmazdı. Önder Apo net söyledi: “18 Mayıs 1977 katliamı olmasaydı, PKK’nin silahlı direnişe yönelip yönelmeyeceği daha o zamandan belli değildi.” 12 Eylül rejimi bu kadar vahşice saldırmasaydı, soykırımı sürdürmek istemeseydi ve siyasete kapı açsaydı, 15 Ağustos atılımı olmazdı. Bütün bunlar siyaset yolunun kapatılması sonucunda Kürtlerin kendilerini gerilla ile ifade etmelerini geliştirdi. Şimdi de halk serhildanları, özyönetim direnişleri ve gerilla eylemleri bu temelde rol oynuyor.

KÜRTLER MEVCUT DÜZENİN ANLADIĞI DİLDEN CEVAP VERMESİNİ BİLİYORLAR

Kürtler mevcut faşist düzene yalvarıp yakaracak değil. Düzen her türlü demokratik siyasetin zeminini ortadan kaldırıyor ve imhayı dayatıyorsa, Kürtler de mevcut düzenin anladığı dilden cevap vermesini biliyorlar. Bu önemli bir gelişmedir, şimdiye kadar rolünü oynadı, bundan sonra işleyecek olan da budur. Demokratik siyasetin önü kapanırsa Kürt halkı gerilla savaşıyla, serhıldanlarla özgürlük mücadelesini yürütür, demokratik Türkiye ve özgür Kürdistan’ı yine yaratır. Demokratik siyasetin önü açık olursa, bunu demokratik siyaset yoluyla yapar. Hatta siyasi diyalogun önü açılırsa, siyasi diyalog ve müzakereler ile bunu yapar. Bu, egemen sistemin sorunların çözümüne hangi yöntemlerle yaklaştığına bağlı bir durumdur.

Bu bakımdan amacın öyle bir anda değişeceği beklenmemelidir. PKK, ortaya çıktığından bu yana Türkiye halk devrimi ile Kürdistan özgürlük devrimini stratejik müttefik olarak gördü. Kürdistan özgürleştikçe Türkiye demokratikleşecek, Türkiye’de demokratik adımlar atıldıkça Kürt sorununu kabul etmek üzere Kürt devrimi gerçekleşecek, dedi. Bunları etle tırnak gibi ayrılmaz ve stratejik düzeyde iç içe görüyor. O nedenle Demokratik Türkiye ve Özgür Kürdistan söylemi sonradan ortaya çıkan bir durum değildir. Baştan beri PKK’nin amaçlarının bir esası oluyor.

Kürdistan’ın özgürlüğü, kendi iradesini bağımsız bir düşünceye dayanarak geliştirmesi ve kullanmasını ifade ediyor. Bunun gerçekleşmesi de Türkiye’nin demokratikleşmesine bağlıdır. Bazıları “Türkiye demokratikleşmeden de Kürt sorunu çözülür, Kürt sorunu çözülür ve Türkiye demokratikleşmeden olduğu gibi kalır” diyorlar. Böyle bir durum yoktur ve olamaz. Özgür Kürdistan mücadelesi, her zaman demokratik Türkiye mücadelesidir. Gerçekten Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen herkesin bunu Kürdistan’ın özgürleşmesi temelinde yürütmesi zorunludur. Demokratik olmanın turnusol kağıdı budur. Onun için de kuşkusuz şoven milliyetçi histeriler, faşist saldırılar, Kürt halkı ve insanları üzerinde uygulanan terör ve linç girişimleri, Kürt’e hakaret; Kürtler ile Türklerin ortak yaşama iradelerine darbe vuruyor, azimlerini zayıflatıyor. Eğer PKK’nin birlikçi anlayışı olmazsa, bu durum, bir Kürt-Türk savaşına kadar da gidebilir. Fakat bu faşizmin saldırısı ve çizgisidir.

PKK, Türkiye toplumuyla Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nde birlik yaptı. Demokratik Türkiye ve Özgür Kürdistan mücadelesini birlikte yürütüyor, birlikte kazanmayı öngörüyor. Bu hedefimiz her zaman devam edecektir. Buna inanıyoruz. Bu hedefler bizim stratejik hedeflerimizdir, stratejik anlayışımızı ifade ediyor. Mücadele yöntemleri değişti diye, amaç ve stratejik duruş değişmez.

Bilindiği üzere AKP içerisindeki sorunlar giderek gün yüzüne çıkıyor. Son olarak başbakan görevden alındı. Siz bu gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?

AKP’nin kısa zamanda dağılacağını ilk önce biz iddia ettik. “AKP çok yakında çökecek” dedik. “1 Kasım’da ortaya çıkan hükümet, 7 Haziranı görse de 1 Kasımı göremeyecek” dedik. Şimdi açığa çıktı ki, 7 Haziranı da göremeyecek. Ahmet Davutoğlu, seçim kazandığını ve başbakan olduğunu sanıyordu. Bunun bir yanılsama olduğu şuan net bir biçimde ortaya çıkmıştır. 1 Kasım seçiminin ortaya çıkardığı hükümet, 7 Hazirana da varmadan görevi bıraktı. Öyle anlaşılıyor ki 22 Mayısta yok olup gidecek.

AKP’NİN İÇİ KAYNIYOR

Bunu nasıl değerlendirmek gerekiyor? AKP’nin içinde ayrılıklar gün yüzüne çıkıyor değil, AKP’nin içi kaynıyor. Tayyip Erdoğan’ın izlediği politikaya karşıt olan bir cephe var. Tayyip Erdoğan da ayakta kalabilmek için bütün bu güçlere karşı şiddetli bir mücadele veriyor. Diktatörlüğü içinde bütün ipleri eline alıyor ki, en ufak bir gedik olmasın ve o gedikten sızılarak iktidarına zarar verici gelişmeler ortaya çıkmasın. Şimdi yaşanan durum budur.

DÜŞEN DAVUTOĞLU DEĞİL ERDOĞAN’DIR

Türkiye’deki demokratik güçler, uluslararası demokratik çevreler ve insan hakları kurum ve kuruluşları, Ahmet Davutoğlu görevi bırakınca yargılanmasını isteyecekler mi? 24 Temmuz saldırısını başlattığı için, bu temelde Cizre ve Sur katliamlarını gerçekleştirdiği için uluslararası yargı sistemi isteyecekler mi? Kuşkusuz bunu kendileri bilir. Erdoğan’ın ihtirasları ve yalanları yüzünden hiç kimse suça bulaşmamalıdır. Elini Türkiye demokratlarının ve Kürt halkının kanına bulamamalıdır. Ahmet Davutoğlu kariyer uğruna, başbakanlık için bunları yaptı. Şimdi “Cumhurbaşkanıma benden hiçbir zarar gelmez” diyor. Erdoğan, Davutoğlu’nu da suç ortağı yapmıştır. Yapabilecek bir şeyi kalmamıştır. Eğer yapabilecek bir şeyi olsaydı, girip kazandığı sözde seçimin sonuçlarına sahip çıkardı. Parti başkanlığını, hükümet başkanlığını bırakıp kaçmazdı. Öyle bir gücü yoktur. Ama düşen Ahmet Davutoğlu değil, Tayyip Erdoğan’dır. İktidarının sonu gelen Recep Tayyip Erdoğan’dır. Çünkü bütün bu politikaları Tayyip Erdoğan yürüttü ve şimdi bu politika yürümüyor.

7 Hazirandan sonra geliştirilen sivil faşist darbe, Cizre ve Sur’daki demokratik özyönetim direnişi ile yenilgiye uğratılmıştır. Darbe çöküyor ve darbeciler altında kalacaklar. Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu’nu ve diğerlerini atarak kendini bu enkazın altından kurtaramaz. Ahmet Davutoğlu 7 Haziranı göremedi, Tayyip Erdoğan da 1 Kasımı göremeyecek. Mevcut çizgideki bir AKP iktidarı 1 Kasımı göremeyecektir. AKP içinde de, Türkiye toplumunda da, AKP’nin ilişkide olduğu dış kamuoyunda da Tayyip Erdoğan’ın yürüttüğü mevcut topyekûn özel savaş politikasına karşıtlık vardır. Hiç kimse bu politikayı kaldıramıyor, Kürt soykırımına ortak olmak istemiyor. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın mevcut politikayı yürütmesi mümkün değildir.

Çok kısa zaman içerisinde AKP içerisinde yeni gelişmeler yaşanabilir. İkinci bir Yıldırım Akbulut çıkarıp, onun ile idare etmek istiyorlar. Bunu baştan yapsalardı belki bir süre devam ettirebilirlerdi. Ahmet Davutoğlu’nun 20 aylık yönetiminden sonra, ikinci Yıldırım Akbulut devri ile AKP’yi ayakta tutmak, Tayyip Erdoğan’ın bu faşist soykırım terörünü yürütmek mümkün değildir. Çok yakında bu faşist soykırımcı çizginin alet ettiği ve kullandığı birçok çevre, daha fazla bu suçun ortağı olmak istemeyecek ve suç ortaklığından ayrılacaktır. Bu da Tayyip Erdoğan’ı daha fazla yalnızlaştırıp tecrit edecek ve çöküşe götürecektir.

Erdoğan şuan çok korkmaktadır. Korkusu işlediği suçlardan ve içine girdiği yolsuzluklardır. İktidardan düşerse kendisinden ağır hesaplar sorulacağını hesaplamakta, bunun için de iktidarına sarılmaktadır. Bunun için bu kadar saldırı yapıyor, terör uyguluyor. Bir kişi bu hale gelirse, bazı çıkar çevreleri ve yağdanlıklar dışında kimse o kişinin yanında olmaz. Bazı imkanlardan faydalanmak için işbirlikçi, hain çevreler orada birikebilir, ama bu şekliyle eski AKP kesinlikle olamaz.

AKP’de Tayyip Erdoğan’ın mevcut politikalarına karşı çıkan bir anlayış, tutum, çizgi gelişecektir. Tayyip Erdoğan, ne kadar baskı uygularsa uygulasın bunu engellemeye gücü yetmeyecektir. Çünkü Türkiye realitesi Tayyip Erdoğan’ı kaldırmıyor; ABD, Avrupa ve NATO realitesi onun siyasetini kaldırmıyor. Artık ne yapsa da Tayyip Erdoğan için son görünmüştür. Ahmet Davutoğlu hükümetinin çöküşü, Tayyip Erdoğan çizgisinin sonunun başlangıcıdır. Umuyoruz bu çöküş hızla gelişir ve daha fazla topluma zarar vermez.

Oslo ve 2013 sürecinden sonra devlet ile doğrudan ve dolaylı yollardan diyaloglarınız oldu. Sizce mevcut savaş konseptine, “içerden” karşı olanlar var mıdır? Yani “bu iş böyle yürümez” diyenler var mıdır? Bu konuda size yansıyan bir durum oldu mu?

‘BU İŞ BÖYLE YÜRÜMEZ’ DİYEN İÇ VE DIŞ ÇEVRELER VAR

Bu soruya genel olarak olumlu cevap vermek mümkündür. Fakat şimdilik çok açık belirleme yapmamız doğru olmaz. İçerden ve dışardan birçok çevreden bu işin böyle yürümeyeceğine dair görüşler alıyoruz. Bu durum fazlasıyla yansıyor ve buna dayanarak mevcut Tayyip Erdoğan siyasetinin ömrünün daha fazla olmayacağını belirtiyoruz. Bizden daha dikkatli olmamızı isteyenler oluyor, başka şeylere hazırlıklı olmamızı isteyenler oluyor. Hatta kendimizi ileriki süreçlerin daha sağlıklı yürüyebilmesi için daha fazla örgütlememiz ve korumamız gerektiğini ifade edenler bile var. Birçok çevre söz konusu gerçekliği görüyor. Mevcut savaşın müsebbibinin Tayyip Erdoğan olduğunu biliyorlar. Önder Apo’nun Dolmabahçe Mutabakatı dahilinde bütün sorunların müzakere ile çözülmesi girişimlerini engelleyen Tayyip Erdoğan oldu. Şimdi de “ne mutabakatı, ne görüşmesi, öyle bir şey olmamıştır” diyor. Tam bir inkarcı siyaset işliyor. Peki İmralı’da hiç görüşme olmadı mı, Oslo görüşmeleri olmadı mı? Bu kadar arabuluculuk yapanlar var. Hadi Türkiye toplumunu kandırdınız, arabuluculuk yapanları da mı kandıracaksınız?

AKP BÜTÜN KREDİLERİNİ BİTİRDİ

Bu bakımdan AKP bütün kredilerini tüketti, siyasi olarak esneyebilecek hiçbir şey kalmadı. Onun için şimdi kaskatı Kürt düşmanı ve faşist terör siyasetiyle sonuç almak istiyor. Ömrünü nasıl uzatabilirse, o kadar uzatmak istiyor. “Ben savaşmadan çekilmeyeceğim. Şiddet ile ele geçirdiğim iktidarı korumaktan geri durmayacağım” diyor. Aslında başkanlık diye bir derdi de yok, öyle bir sistem de istemiyor. İstediği her şeyin kendi elinde olduğu bir yönetimdir; parti elinde olmalı, meclis elinde olmalı, yargı elinde olmalı, hükümet elinde olmalı, basın elinde olmalı, maliye ve ekonomi elinde olmalıdır. Bunu herkes görebildiği için, onun öngördüğü başkanlık sistemi tartışmasına girmediler. Böyle bir sistem yaratma imkanı ve gücü de bulamadı. Bu konuda herkes artık netleşiyor ve daha fazla tutum da gelişeceğine inanıyoruz.

Bu savaşı Tayyip Erdoğan başlattı, iktidarını savaşa dayanarak sürdürmek ve uzun erimli kılmak istiyor. O halde akademisyenlerin de dediği gibi bu suça hiç kimse ortak olmak istemiyor. Tabi suça alet olmak veya ortak olmak değil, suça karşı çıkar hale gelmek gerekiyor. Faşist suçun önünü alabilmek için kesinlikle suça yol açan nedenleri ortadan kaldırmak, bu suça karşı mücadele de etmek gerekmektedir. Yoksa suçu engellemek, suçluyu frenlemek mümkün olmaz, faşizmi yıkmak mümkün olmaz. Tayyip Erdoğan dışında, “bu iş böyle gider” diyen kaç kişi var? Bazı yağdanlıklar söylüyorlar, ama kendileri de inanmıyorlar. Hiç kimse Tayyip Erdoğan’ın istediği gibi bu işlerin yürüyeceğine inanmıyor. Bu Dünya’da, Başûr ve Rojava’da birer Kürdistan kurulmuşken, Kürdistan’ın yarısından fazla olan toprak parçasında ve Kürt nüfusunun yarısından fazlasının bulunduğu bir coğrafyada “Kürt yoktur, Kürt sorunu yoktur” düşüncesinin ve siyasetinin daha da devam edeceğine kimse inanmıyor.

Böyle bir Kürt düşmanlığıyla Türkiye nereye gidebilir. Hiçbir yere gidemez. Bunu aslında Tayyip Erdoğan’ın kendisi de biliyor, ama öyle bir çıkmaz yola girdi ki, duramıyor artık. Diktatöryel bir iktidar tutkusu nedeniyle ve her şeyi ben bilirim edası yüzünden, bazı şeyleri ortaya koydu. O geleneksel Kürdü inkar ve imha etmek isteyen güçlerle de ittifak yaptı. Ergenekoncuları biraz da palazlandırdı ve teşvik etti. Şimdi Devlet Bahçeli ve Doğu Perinçek çizgisinin uygulayan militanı haline geldi. Bahçeli ile Perinçek’in durumu neyse, Tayyip Erdoğan geleceğinde de onu görebilir. Tayyip Erdoğan söyledikleri ile yaptıklarına inanan sadece Bahçeli ve Perinçek olabilir. Tayyip Erdoğan, eskiden pragmatistti, manevralar yapabiliyordu, ama şimdi onu da yapamıyor. Saddam Hüseyin de manevra yapamadı. Sıra Kürt sorununa gelince manevra yapamıyor, açılım geliştiremiyorlar. Erdoğan, 2005’de yapmak istedi, hemen önünü kapattılar, neredeyse iktidardan düşüreceklerdi. Tövbe etmiş gibi artık oraya giremiyor.

Cengiz Çandar yazdı, “Erdoğan, 2005’de söylediği sözleri, hayatının en büyük hatası” olarak değerlendiriyormuş. Halbuki yaşamının en doğru sözleriydi. Geliştirseydi, Türkiye için bir kurtarıcı haline gelebilirdi. Yeni Türkiye’nin mimarı ve yaratıcısı olabilirdi. Ama öyle bir şey yapamadı, bir çıkmaz yola girdi, çöküş yoluna girdi. Bunun böyle gitmeyeceğini de her kesimden insanlar söylüyor. Böyle düşünen asker ve polisler var, siyasetçiler ve ekonomistler de var. Hepsinden de bize yansımalar gerçekleşiyor.

Son zamanlardaki devlet teröründen sonra, hareketinize katılımların çoğaldığı konuşuluyor. Son sürecin sosyolojisinin Kürdistan’da nasıl şekillendiğini biraz yorumlar mısınız?

GENÇLİKTE BÜYÜK BİR FEDAİLEŞME, ÇOŞKU VE HEYECAN RUHU GELİŞTİ

Çok önemli bir konudur. Fakat bir araştırma ve inceleme konusudur. Bizim değerlendirmemizden çok, basın ve yayın organları bu konuları araştırıp değerlendirirlerse, bizi ve toplumu somut durumlara karşı bilgilendirirlerse daha iyi olur. Toplumsal araştırma ve analizler, siyasetçilerin ve sosyologların işidir, ama en çok basın organlarının işi ve görevi olmalıdır. Elbette mücadele Kürdistan’da büyük bir irade ve kararlılık ortaya çıkardı. Her türlü teslimiyetçi, pasifist, reformist eğilimi kırdı. O tür eğilimde olan güçleri zayıflattı. Diğer yandan gençlikte büyük bir fedaileşme, coşku ve heyecan yarattı. Öyle ki özgürlükten başka hiçbir yaşamı kabul etmeyecek bir gençlik ortaya çıktı. Bu gençlik direniş saflarına çeşitli biçimlerde akıyor. Bütün Kürdistan parçalarına bir akış var.

Mesela Rojava’ya bütün Kürdistan parçalarından gençlik gitti ve YPG-YPJ saflarına katılarak DAİŞ faşizmine karşı Rojava’nın özgürlüğü için kahramanca savaştılar. Hatta dünyanın dört bir yanından gelenler oldu. Öz savunmaya koşuyorlar, gerillaya koşuyorlar, halkın demokratik örgütlenmesine ve serhıldanına öncülük etmek için koşuyorlar. Seferberlik düzeyinde katılım ve örgütlenme var. Bunu önemsiyoruz.

Demokratik ulus çalışmalarının her yerde ve her zamanda yürütülmesi gerekiyor. Gençlik görev ve sorumluluklarına sahip çıkarak her alanda öncü düzeyde yer almalıdır. Mevcut örgütlülüğünü ve öncülük iradesini daha da güçlendirmeli. Erkek ve kadın bütün Kürt gençlerine gerillaya, öz savunmaya katılma; her yerde özgürlük mücadelesine öncülük düzeyinde katılacak bir fedai militan olmaya ve devrimcileşmeye katılmaya çağırıyoruz.

Son direnme süreci önemli ölçüde bir ayrışma ve netleşme ortaya çıkardı. Her türlü teslimiyetçi eğilim ihanete, uşaklığa, faşizm yardaklığına götürdü. Kürdistan’da az da olsa böyle bir kesim var. Ortalıkta yalakalık yapıp dolaşıyorlar. Erdoğan’dan en yakın yol arkadaşları bile kopmuşken, onlar neredeyse pisliğini temizleyecek bir işbirlikçi uşak konumuna düşmüşler. Oradan yemleniyorlar ve bunu da marifet sanıyorlar. Böyle bir uşak, hain kesim var ve bunlar iyice teşhir oldular.

KDP ÇIKARCI DAVRANDI

Bu nokta da en çok zorlanan KDP’dir. KDP çok çıkarcı davrandı. Kürt halkının durumunu, halk üzerindeki soykırımcı baskı ve katliamları görmedi. Belki böyle güçlü bir direnişin ortaya çıkacağını da hesap etmedi.

Kuzey Kürdistan’daki Cizre ve Sur direnişi, Rojava’daki Kobanê ve Cezire direnişi, tarihi Şengal direnişi KDP’nin bu yaklaşımlarını net olarak açığa çıkardı. Yanlış hesaplar yaptığını ortaya koydu. Şimdi zor durumda olan KDP’dir. Biz hareket olarak hep el uzattık, çağrılar yaptık, halen de yapıyoruz. “Yanlış yoldasınız, bu yoldan çıkın ve kurtarın kendinizi; Kürt halkının varlık ve özgürlük cephesine katılın, bunun ile çelişmeyin, çatışmayın” dedik. Ama geçmişte bizi dinlemediler. Şimdi Türkiye ve İran ittifak yapıp sağda solda saldırı yürütünce, kaygı içine girdiklerini görüyoruz. Bunu geçmişte de görebilirlerdi, buna karşı tavır da alınabilinirdi. Fakat dar aile ve aşiret çıkarları, maddi ve ekonomik kazanç peşinde koşma bu sonuçlara yol açıyor. Tarihi ulusal ve toplumsal değerlerini, varlık ve özgürlük değerlerini bir yana bırakıp dar çıkarların peşinde koşmanın ortaya çıkardığı sonuç bu oluyor.

Biz inanıyoruz ve bekliyoruz ki, bu yoldan dönecekler. Dönmezlerse daha fazla zorlanacaklar. Hepsi Ahmet Davutoğlu’nun durumuna düşebilir; Bülent Arınç, Abdullah Gül, Hüseyin Çelik ve Tayyip Erdoğan’ın diğer yol arkadaşlarının durumuna düşebilirler. Tayyip Erdoğan’ın kendi çıkarı için yapmayacağı hiçbir şey, atmayacağı hiç kimse yoktur. Bunu KDP’liler de iyi görmeli, aksi takdirde daha fazla daralıp zor duruma düşecekler.

İkincisi, biz hep “teslimiyet ihanete, direniş zafere, pasifizm yenilgiye götürür” dedik. Pasif, reformist, orta sınıf eğilimlerinin “direnmemek gerekiyor” düşüncesinin bir başarı ortaya çıkaramayacağı gibi, faşizm karşısında yenilgi yaratacağını söyledik. Başlangıçta söylediklerimiz yeterince anlaşılmadı. AKP gerçeğini yeterince görmeyen bazı çevreler direnişten kuşku duydular. Sanki saldırıyı 24 Temmuzda Ahmet Davutoğlu hükümeti başlatmamışta, PKK başlatmış gibi özel savaşın yürüttüğü propagandalara kulak kabarttılar. Bu yaklaşım kendilerini de zor duruma soktu, direnişe de zarar verdi. Onlara rağmen yenilgi almadıysa bu, direnişin gücü sayesinde oldu. AKP’yi deşifre ettikçe bu kesimler yeniden görüş ve tutum değiştirdiler. İsteksiz de olsa adım adım direniş saflarına geçtiler. Şimdi bu çerçevede önemli bir bütünlük sağlanmış durumdadır.

Bir avuç işbirlikçi, hain çevre var; yine bir avuç pasifist ‘direnmemek gerektiği’ni vaaz eden kesim var. Bunun dışında tüm orta sınıf da direnişin gücünü, direnişte zaferi gördü. Bu temelde son aylarda direniş etrafında toplanma oldu. AKP faşizmine karşıtlık temelinde, Kürdistan’da büyük bir ulusal direniş gücü, topluluğu çıktı ve bu durum Türkiye demokratik ortamını yakından etkiledi. Bu anlamda direniş cephesinin genişlemiş olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Fakat direniş cephesi içerisinde bazı yanılgı ve zayıflıklar var. AKP vahşice saldırdı, darbe vurarak, göz korkutarak direniş cephesinde hiç kimsenin kalmamasını sağlatmak istedi. Ağır bedeller ve acılar ortaya çıkardı. Bu çeşitli toplumsal kesimleri biraz zorladı; geçen dönemde maddi yaşam bakımından zorlananlar oldu, psikolojik olarak zorlananlar oldu, aşırı tepki duyarak zorlananlar oldu. Fakat bize ulaşan bilgiler şöyledir: Direniş zafer kazanmış durumdadır. Direniş alanlarında duygusal, ruhsal, düşünsel, davranışsal durum çok nettir. Toplum bir ve bütün halinde, dayanışma içerisinde, birbirine ve direnişe sahip çıkıyor, direnişi geliştirme konusunda çok keskin ve isteklidir. Bazı psikolojik savaş uzmanlarının pasifist kesimleri etkilemeye çalıştığı, “direnmeye gerek yok” diyen eğilimlerin olduğu söyleniyor. Ama tersine “daha fazla, örgütlü direnilmeli, mutlaka zafer kazanılmalı” biçimindeki bir eğilim Kürt halkında yüzde 90’ın üzerinde hakim olan bir eğilim konumundadır. Direnişe karşıt olanlar, işbirli