Saturday, May 21, 2016

Devrimci Parti Genel Başkanı Ufuk Göllü: En geniş anti-faşist cepheyi kurmakla görevliyiz

Gazetemizin sorularını yanıtlayan Devrimci Parti Genel Başkanı Göllü, her şeyden önce başkanlık sistemi, AKP-IŞİD ittifakına işaret etmekte. Ortaya çıkan tablo, AKP ve IŞİD sisteminin birlikteliği, Ortadoğu’da demokrasi ve emek güçlerinin karşısında bir konumlanma söz konusu. IŞİD-El Nusra gibi selefi cinayet şebekeleri destekleniyor. Ülkemizde gerici, baskıcı, otoriter bir sistem kuruluyor. Buna karşı bütün demokrasi, emek ve özgürlük güçlerinin ortak bir ittifakının kurulması gerekiyor, en büyük cepheyi kurmak lazım, dedi. Gerçekleştirdiğimiz röportajın tamamı aşağıdadır.



1) HDP’li vekilleri hedef alan dokunulmazlık dosyaları meclise geldi ve ilk tur oylamalar yapıldı. Siz dokunulmazlıklar meselesini nasıl ele alıyorsunuz?

Her şeyden önce dokunulmazlıkların kaldırılması aslında Kürt halkına ve Türkiye’deki demokrasi güçlerine dönük olarak geliştirilen savaş konseptinin bir parçası. Uygulanan bu savaş konseptinin meclis ayağı da dokunulmazlıkların kaldırılması. Kürt illerinde yürütülen askeri operasyonlar, Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de, Yüksekova’da gerçekleştirilen katliamlar, sokakta gerçekleşen infazlar, kadın bedenine yönelik uygulanan cinsiyetçi/teşhirci politikalar, beraberinde Kürt ilçelerinde halkın göçe zorlanması, Kürt halkının siyasi temsilcisi olan DBP’nin yöneticilerinin ve son olarak genel başkan Kamuran Yüksek’in tutuklanması, HDP’li yöneticilere dönük saldırılar; bunların hepsi düşünüldüğünde aslında kapsamlı bir savaş politikası, mecliste demokrasi ve emek güçlerinin, sol demokrasiden yana siyaset yapan güçlerin temsilcisi olan HDP’ye dönük büyük bir tasfiye hamlesi başlatılmıştır. Dolayısıyla dokunulmazlıkların kaldırılması aslında bu savaş politikasının derinleşmesi, AKP’nin 7 Haziran seçim yenilgisi sonrası 1 Kasım’a doğru tırmandırdığı savaş politikasının yeni bir boyuta evrilmesi oluyor. Milyonlarca insanın oyuyla seçilmiş siyasetçilerin dokunulmazlıklarını kaldırarak aslında ülke karanlık bir geleceğe sürükleniyor. Burada tek hedef başkanlık sisteminin inşa edilmesi ve bu hedef Kürtlerle savaşarak inşa edilmeye çalışılıyor. Dokunulmazlığın kaldırılması denirken aslında kaldırılan dokunulmazlık HDP’li vekillerin dokunulmazlığıdır, yapılan şey ise bir siyasi tasfiye hamlesi. Halkın iradesi ile seçilmiş parti yöneticileri ve milletvekilleri bu şekilde cezaevine gönderilecek. AKP iktidarı ise Kürdistan’da uygulamaya başladığı faşizan politikaları güçlendirerek bir savaş tablosu mecliste tamamlanmış oluyor. Dolayısıyla dokunulmazlıkların kaldırılması Türkiye’deki kutuplaşmanın daha da derinleşmesi, işçi sınıfı ve emekçilerin üzerindeki baskının artması, kadınların üzerindeki baskının daha da artması genel olarak da aslında siyasi hayatın daha baskıcı ve otoriter bir kimliğe bürünmesi anlamına gelecek. Yani siyasi iktidara muhalif olan herkese bu yol açılmış olacak. Bu yolda bir süre sonra CHP’de hedef olacak. Muhalif olan herkes bu şekilde hedef olabilecektir.

2) Dosyaların meclise gelmesinin Erdoğan’ın başkanlık stratejisinin bir parçası olduğu söyleniyor. Siz bunu nasıl ele alıyorsunuz? Başkanlıkla ilgili fikirleriniz nelerdir?

Her şeyden önce başkanlık sistemiyle beraber AKP yönetiminde ülke faşizan bir rejime doğru yöneliyor. Bu Türkiye halkının %50’sinin iradesine rağmen yapılıyor. Türkiye halkının %50’si başkanlık sistemini istemiyor. Burada AKP’nin yapmaya çalıştığı Kürt halkı ve Türkiye’deki demokrasi güçleri ile savaşarak ülkenin daha geniş bir kesimini başkanlık sistemi etrafında birleştirmek. Yapılan askeri operasyonlar, Kürdistan’ın belli ilçelerinde yapılan operasyonlar, sokağa çıkma yasakları, bunların hepsi başkanlık sisteminin hayata geçirilmesi için uygulanan stratejinin hayata geçirilen taktikler.Başkanlık sistemi, savaş konsepti üzerinden hayata geçirilmektedir. Bu savaş Türkiye’de emekten, demokrasiden yana herkese açılmış bir savaştır. Bütün devlet kurumlarının AKP iktidarı tarafından denetlenmesi ve yönetilmesi isteniyor. Cumhurbaşkanı çıkıp “Ben cumhurbaşkanıyım, bir de başbakan var. İki tane seçilmişe gerek yok.” dedi ve bundan kısa bir süre sonra AKP’nin parti genel başkanı görevden uzaklaştırıldı, bizzat cumhurbaşkanı eliyle. Artık Türkiye siyasetinde Erdoğan, belirleyici ve baskıcı bir rol oynayarak Türkiye siyasetine müdahale etmekte. Ve dokunulmazlıkların kaldırıması aslında başkanlığa meşruluk kazandıran bir yöntem olarak kullanılmakta. Başkanlık buradan doğru da işçi ve emekçilerin, kadınların, hak talep edenlerin düşmanıdır.

3) Başkanlık meselesi demişken, ülkenin gidişatını nasıl görüyorsunuz? Sizce ne yapılmalı?

Her şeyden önce başkanlık sistemi, AKP-IŞİD ittifakına işaret etmekte. Ortaya çıkan tablo, AKP ve IŞİD sisteminin birlikteliği, Ortadoğu’da demokrasi ve emek güçlerinin karşısında bir konumlanma söz konusu. IŞİD-El Nusra gibi selefi cinayet şebekeleri destekleniyor. Ülkemizde gerici, baskıcı, otoriter bir sistem kuruluyor. Buna karşı bütün demokrasi, emek ve özgürlük güçlerinin ortak bir ittifakının kurulması gerekiyor, en büyük cepheyi kurmak lazım. Bugün HDP’li vekilleri tutuklamanın önünü açıyorlarsa yarın CHP’yi ya da başka siyasi odaklar da hedef alınacaktır. Bugün ülkede “demokratım, devrimciyim, özgürlükten yanayım” ya da en basit anlamıyla “burjuva demokrasisinin geleceğine inanıyorum” diyen herkesin bu başkanlık sistemini durdurmak için belli bir asgari programda bir araya gelmesi lazım. Başta devrimcilere büyük bir görev düşüyor. Devrimcilerin bu programın hayata geçirilmesinin öncüsü olmalı. Faşizme karşı en geniş cepheyi kurmak gerekiyor. Emek, barış ve demokrasi güçlerinin yanı sıra CHP tabanını da içeren geniş bir ittifak kurulmalı. Parlamentoda çıkan oy sonuçları da bunun gerekliliğini gösteriyor. Bu baskıcı-otoriter rejim geriletilebilir. Kısacası, bu faşizan uygulamalara karşı en geniş cepheyi kurmak, mücadelenin bir çok yöntemini kullanarak en geniş ittifakı örmekle görevliyiz. AKP bugün neo-liberal politikalar uyguluyor, işçi-emekçilerin bütün kazanımlarını yok ediyor. Kadınlara karşı bütün cinsiyetçi politikaların meşrulaştığı, kadın bedeninin aşağılandığı bir dönemi yaşıyoruz. Aynı şekilde Kürt halkına dönük katliamlar mevcut. Sokaklar yangın yerine dönmüş durumda. Demokratik özerkliğin ilan edildiği ilçeler boşaltılmakta, tanklar ve toplarla yıkılmakta. Akademisyenler, avukatlar tutuklanmakta. Gazeteciler hakkında soruşturmalar açılmakta. Bunlar yaşanırken, en geniş demokratik, anti-faşist cepheyi örmekle görevliyiz. Yaşamın her alanında özgürlük mücadelesini yükseltmeliyiz.

4) Birleşmiş Milletler “Dünya İnsani Yardım Konferansı” İstanbul’da toplanacak. Aynı Birleşmiş Milletler, Cizre’de en az yüz sivilin devlet tarafından yakılarak katledildiğine dair açıklama yaptı ve heyet gönderme kararı aldı. Bu çelişkiyi nasıl yorumluyorsunuz? Konferansın toplanmasına dair partiniz ne düşünüyor?

Birleşmiş Milletler oluşumunun bugün geldiği noktada aslında Ortadoğu’daki ve dünyadaki temel toplumsal sorunları çözebilecek bir yerde durmuyor. Her şeyden önce emperyalizmin ve kapitalizmin hegemonyası içerisinde kurulmuş bir oluşum. Ve aslında emperyalist sistemin çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Dolayısıyla bugün Ortadoğu’da gelişen bir dizi olayın, Suriye’de ve Irak’ta yaşanan savaşın, IŞİD’in, El Nusra’nın bu kadar güçlenmesinde aslında BM’yi yöneten siyasi iradenin basiretsizliğidir, bunu böyle değerlendirmek lazım. Dolayısıyla konferansın İstanbul’da yapılması bir nevi AKP’nin Ortadoğu’daki politikalarının desteklenmesi anlamına gelmektedir. AKP’nin yaptığı baskıcı politikalara ve katliamlara meşruiyet kazandırmaktadırlar. Öte yandan, düşünün ki bir devlet kendi halkına yönelik katliamlar gerçekleştiriyor. Sivilleri sokak ortasında katlediyor. Cizre’de bunun en sert örneklerini yaşadık ama daha geçtiğimiz günlerde Gazi mahallesinde çocuğu ile beraber odasında oturan bir kadın, Pınar Gemsiz katledildi. Yani artık bu polis ve devlet şiddeti yaşamımızın her alanı ile ilişkin hale gelmiş durumda. Gazi mahallesinde de, İstanbulda da yaşanıyor ama Cizre bunu en ağır, en acımasız şekilde gördü. Bodrumlarda insanlar katledildi, diz çöktürmek istendi. Böylesi bir durumda BM’nin yaptığı bu uygulama bir ikiyüzlülük örneğidir. Emperyalist patronların çıkarı noktasına gelindiğinde, başkanlık sistemini kurmak isteyen faşizan irade ile uyum içerisinde olabileceğini gösteriyor. Bu açıdan, bu zirve protesto edilmeli ve bu zirveyi gerçekleştirenlerin bu çelişkili durumu işçi sınıfı ve emekçilere, halklara anlatılmalıdır.

5) Son olarak, Ortadoğu’da karmaşık bir süreç yaşanıyor. Bir yandan Mimbiç ve Cerablus operasyonları konuşulurken öte yandan Suriye’de devletin desteklediği Selefi çeteler Alevi katliamları gerçekleştiriyorlar. Bu süreci ve Türkiye’ye yansımalarını nasıl görüyorsunuz?

Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere baktığımızda çok ciddi bir çatışma var. Devrim ve karşı devrim güçlerinin yoğunluklu olarak çatıştığı bir süreçteyiz. Rojava’da oluşan bir demokratik halk iktidarı var. Demokratik özerkliğini ilan etmiş bir Kuzey Suriye Konfederasyonu var. Bu konfederasyon aslında Suriye halklarının, Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin ortak iradesiyle oluşmuş bir güç. Bir yanda ise AKP iktidarının da doğrudan desteklediği Selefi cinayet şebekeleri var. IŞİD var, El Nusra var; İslami Cephe var. Bizim destekleyeceğimiz cephe elbette emek ve demokrasiden yana olan demokratik Suriye güçleridir. Membiç’in, Cerablus’un bu selefi güçlerden kurtarılması aslında AKP-IŞİD ittifakının da Ortadoğu’da yenilmesi anlamına gelecektir. Bu bir açıdan da Türkiye’nin geleceği açısından da önemli bir yer tutmaktadır, bunu böyle okumak lazım. Suriye’de Alevi katliamı gerçekleşirken Türkiye’deki iktidar da boş durmamakta, Maraş’ta Alevilerin yaşam alanlarına Suriye’deki cihatçıları, Selefi nüfusun etki alanındaki güçleri yerleştirmeye çalışmakta. Kürdistan’da göç sebebiyle boşaltılan alanlara yine aynı şeyi yapmakta. Dolayısıyla, orada Alevilere yönelik bir katliam uygulanırken Türkiye’de bunun altyapısı örülmekte. Dolayısıyla Türkiye’de ve Ortadoğu’da bütünlüklü bir Sünni ekseni kurulmakta ve bu sünni ekseni aslında Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar çevresinde gelişmekte. Buna karşı mücadeleyi yükseltmek ile görevliyiz. Bu gidişata teslim olmayacağız. Alevi nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde, onlara karşı uygulanmaya çalışan asimilasyon ve baskı politikalarına karşı mücadeleyi yükselteceğiz. Türkiye’de Alevilerin sünni-selefi güçler tarafından tehdit edilmesi, emek ve demokrasi güçlerinin de tehdit edildiği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla buradaki direniş ile bir şekilde ilişkilenmek, işçi ve emekçilerin, kadınların mücadelesi ile birleştirmek ile görevliyiz.

kaynak UmutGazetesi http://umutgazetesi2.org/devrimci-parti-genel-baskani-ufuk-gollu-en-genis-anti-fasist-cepheyi-kurmakla-gorevliyiz/

No comments:

Post a Comment